The
Story of Hasan Nuhanovic Who Witnessed the Srebrenica Massacre
KISA
ÖZET
Bosna-Hersek’te
yaşanan ve binlerce insanın ölümüyle neticelenen savaş hâla dünya
kamuoyunun hafızalarından silinmiş değil. Bu kanlı savaşın en trajedik
katliamlarından birisi Bosna’nın doğusunda bulunan Srebrenica’da
yaşandı. Birleşmiş Milletler tarafından Güvenli Bölge ilan edilen
Srebrenica’da binlerce insan, yine Birleşmiş Milletler’in ve tüm
dünyanın gözü önünde Sırplar tarafından katledildi. Ancak Uluslararası
kuruluşların özellikle de Srebrenica’da Sırp zulmünden kaçan insanları
korumakla görevli olan Hollanda Askeri Birliği’nin bu katliama sadece
seyirci kalmayıp Sırplara her türlü yardım ve desteği verdikleri,
kendilerine sığınan Boşnakları zorla Sırplara teslim ettikleri iddiası
katliamdan bu yana dünyanın gündeminden düşmeyen bir olgudur. İkinci
Dünya Savaşından bu yana yaşanan bu en büyük katliam hala tam anlamıyla
açıklığa kavuşturulmuş değildir. Katliamdan kurtulanlar hâla bu meşum
olayın etkisiyle acı çekmekte, zor şartlar altında hayatlarını devam
ettirmeye çalışmakta ve katliamın sorumlularının ceza almadan serbestçe
dolaşması onları her gün bir kez daha yaralamaktadır.
Bu
makalede, katliama bizzat tanıklık eden ve kendi ailesi de Sırplar
tarafından katledilen Hasan Nuhanoviç’in anlattıkları etrafında, katliam
bir kez daha gözler önüne serilmektedir.
Anahtar Sözcükler:
Srebrenica, Katliam, Hollanda Askeri Birliği, Mladiç, Karaziç, Sırp
ABSTRACT
The war which resulted in the loss of thousands of
people in Bosnia and Herzegovina is still very fresh in the minds of
world. One of the worst massacres of this war was committed in
Srebrenica which is located in the eastern part of Bosnia. In Srebrenica
which was declared as a Safe Area by United Nation thousands of Muslims
were killed in the presence of United Nations and in front of the eyes
of whole world. However, the allegations are still on the agenda of the
world accusing some International Institutions and especially the Dutch
Military Corps for not only watching the massacres doing nothing, but
also providing full support and assistance to the Serbs and also
forcefully handed over the Bosniac refugees to Serb soldiers. The
circumstances surrounding the greatest massacre since the Second World
War have not been fully clarified. The survivors of the massacre still
suffer from that incident, striving to survive under unbearable
situations, and they have been revictimized due to the war criminals
being still at large.
This paper discusses the issue once more on the
basis of what Hasan Nuhanovic testimonied. Hasan witnessed the massacre
and lost his family to it as well.
Keywords: Srebrenica,
Massacre, the Dutch Military Corps, Mladic,
Karadzic, Serbs
Srebrenİca
KatLİamının canlı tanığı Hasan Nuhanovİç’İn Hİkayesİ
Ali
Dikici
GİRİŞ
Amerikalı araştırmacı ve New York Times muhabiri David Rohde’nin Ekim
1995’te The Christian Science Monitor’de yazdığı bir makale ve 1997’de
yayınladığında ona Pulitzer Ödülü kazandıracak olan,
"Son-Oyun, Srebrenica'nın Düşüşü ve
İhanet, II Dünya Savaşından Sonra Avrupa’da Yaşanan En Büyük Katliam”
(Rohde, 1997) isimli kitap geniş yankı uyandırmış ve tüm dünyanın
dikkatini Srebrenica’da yaşanan katliam üzerine çekmişti. Katliamın tüm
vahşetiyle gözler önüne serildiği ve katliamdaki sorumluluklarından
dolayı Birleşmiş Milletlerin ve Hollanda hükümetinin açıkca suçlandığı
bu kitap sayesinde dünya kamuoyu katliamın gerçek boyutları ve
Uluslararası kuruluşların bu katliamdaki rolleri konusunda haberdar
oldu.
1999 yılı Haziran ayında
Birleşmiş Milletler Bosna-Hersek Polis Görev Gücünde görev yapmak üzere
Bosna’ya gittiğimde, katliamın boyutlarından haberdar değildim. Ancak BM
Tuzla Polis İstasyonunda çalışmaya başladıktan sonra tanıştığım
tercümanım Hasan Nuhanoviç’in katliamla ilgili anlattıkları beni dehşete
düşürmüştü. Katliamı, gerçek boyutuyla, katliama şahit olmuş ve ailesi
de Sırplar tarafından katledilmiş birisinin ağzından dinlemek beni
anlatılması güç duygulara sürüklemişti.
Şimdi Hasan bu katliamı tüm
dünyaya duyurma adına onurlu bir mücadele veriyor. Her ne kadar katliam
sırasından Hollandalı askerler tarafından Sırplara teslim edilen kayıp
ailesinin izine ulaşmaya çalışsa da aslında onun bu mücadelesi bütün
Srebrenicalılar, bütün Bosnalılar hatta hepimiz adına. Bu katliamı
yaşayan insanların çektikleri ızdırabı anlatmak için kaleme alınan bu
yazı, Hasan’ın şahsında tüm Boşnaklara bir vefa borcu ve bir ödev olarak
görülebilir. Bu gecikmiş bir yazı da olsa okuyuculara, yaşanan acıları
anlatıp, katliamdan sağ kalan insanlara bir nebze olsun desteğimizi,
yardımımızı göndermemize vesile olursa amacına ulaşmış olacaktır.
Bu yazıyı kaleme alırken
çoğunlukla Hasan Nuhanoviç’ten dinlediğim ilk elden bilgileri kullandım.
Ancak bu yazıda bahsedilen hususların çoğu basın yayın organlarında yer
almış, raporlarda ve akademik çalışmalarda defalarda teyit edimiş
hususlarlardır. Ancak ortaya konan iddialarla ilgili bir çok orijinal
belge elimizde mevcuttur.
Srebrenica, Srebrenica…
20
Eylül 2003'de Bosna-Hersek’te, Srebrenica katliamında hayatını kaybeden
12 bin Boşnak müslümanın anısına Potocari yakınlarında bir katliam anıt
mezarının açılışı yapıldı. Bosna'nın çeşitli
bölgelerinden, bir zamanlar yurtları olan kente otobüslerle giden
binlerce Boşnak, kaybettikleri yakınları için dua edip gözyaşı dökerken
o zulmü bir kez daha lanetledi.
Srebrenica, bugün İkinci Dünya Savaşı'ndan beri
gerçekleştirilen en büyük toplu kıyım ve etnik temizliğin yaşandığı bir
yer adı olarak dünya kamuoyunun hafızalarında yer almıştır. Bir zamanlar
sadece madenleriyle ve şifalı sularıyla tanınan bu küçük kasaba şimdi
tüm dünyanın tanıdığı lanetli bir yer olmuştur.
16 Nisan 2003 tarihinde aradan geçen sekiz yıla
rağmen Hollanda Hükümeti’nin istifasına yolaçan ve ortaya çıkarılan her
toplu mezarla birlikte yeniden gündeme gelen Srebrenica'nın gerçek
öyküsü neydi ve Srebrenica’da neler olmuştu?
Kuşatma Altında Ölüm-kalım Mücadelesi
1992 yılında başlayan Bosna Savaşı’nda, Sırplar
çoğunlukla müslümanların yaşadığı Doğu Bosna'da büyük oranda etnik
temizlik yapmışlardı. Bosna'nın en doğusunda, Sırbistan sınırında yer
alan Srebrenica ise direnişine devam ediyor, Bosna Sırplarının
Belgrad'la aralarındaki engellerden birini oluşturuyordu. Binlerce insan
savaştan önce 10 bin kişilik nüfusunun 8 bin'i müslüman olan
Srebrenica'ya sığınmış, böylece kasabanın nüfusu 60 bine yükselmişti.
Kış ayları olmasına rağmen on binlerce insan sokaklarda yatıyor, bunun
yanında açlık bütün şehri kasıp kavuruyordu. Miloşeviç'in eski
korumalarından polis şefi Nasır Oriç liderliğinde Boşnaklar,
Srebrenica'yı kahramanca savunuyorlardı. Ancak bir süre sonra cephane ve
yiyecek tükenmeye başlayınca direniş de kırılmaya başladı.
Buraya konuşlandırılan BM Barış Gücü askerleri ise
değil buradaki sığınmacıları dışarıdan gelen yardımları bile korumaktan
acizdi. Bu yardımlar Sırpların bilgisi ve izni olmadan kasabaya
sokulmuyordu. Sırplar kasabaya gelen tüm yardım konvoylarını engelliyor,
nadiren izin verdikleri yardım konvoylarındaki yiyecek ve içecekleri
zehirliyorlardı. Ancak bu yiyecekler ihtiyaç sahiplerine ulaşmak yerine
kısa sürede karaborsacıların eline geçiyor ve fahiş fiyatlarla satılmaya
başlıyordu. Kasaba’da her gün 20-30 kişi açlıktan ve hastalıktan ölmeye
başlamıştı. BM askerlerinin burada korumakla görevli oldukları insanlara
karşı takındıkları iğrenç tavır da yaşanan trajediyi bir kat daha
artırıyordu. Kendilerinden yiyecek ve yardım istemeye gelen kadınları,
verececekleri bir paket sigara veya bir parça yiyecek karşılığında seks
yapmaya zorluyorlardı. Burası adeta her türlü saldırıya açık, yardım ve
destekten mahrum meşrulaştırılmış bir toplama kampına dönüşmüştü.
Sırplar dünyanın en büyük ordularından olan
Yugoslavya ordusunun tüm imkanlarıyla şehri ateş altında tutarken,
müslümanlar bölgeye uygulanan silah ambargosu nedeniyle hafif
silahlarla, o da atacak mermi bulabilirlerse direniyorlardı.
BM’nin “Güvenli Bölgesi” Srebrenica!
1993 yılında Srebrenica'nin etrafındaki çember iyice
daraltılmaya başladı. Tüm tepkilere ve uyarılarına rağmen gerekli
önlemleri almamakta direnen BM Güvenlik Konseyi, nihayet 16 Nisan 1993
yılındaki olağanüstü toplantının ardından aralarında Srebrenica’nın da
bulunduğu 6 bölgeyi "Güvenli Bölge" ilan etti.
Oysa “Güvenli Bölge” iyi tanımlanmamış, amacı belli
olmayan, muğlak bir kavramdı. Bu ilanın üzerinden geçen iki yıl
içerisinde değişen hiçbir şey olmadı. Bu karardan
sonra Srebrenicaya konuşlanan
Hollandalı Birlik, oluşturulan sözde güvencelerden sonra katliama giden
yolu açacak olan ve Sırpların işlerini kolaylaştıracak tutarsız
kararlarını hemen uygulamaya başladı. Buna göre Güvenli
Bölge kavramı gereği Boşnakların ellerinde bulunan silahlarını Barış
Gücü’ne teslim etmesi gerekiyordu. Oysa Sırplara hiçbir ciddi yaptırım
uygulanmazken Boşnakların savunması kırılıyor, Sırplar için hazır
hedefler haline getiriliyordu. Sırplar bu "Güvenli Bölgelere"
saldırdıklarında Barış Gücü olayları sadece seyretmekle yetinecekti.
Bundan sonraki süreçte gündeme gelen hava operasyonu
yapılması düşüncesi bir türlü hayata geçirilemedi. Bunun en büyük
sebebi, Bosna'daki Barış
Gücü'nün Komutanı Fransız General Bernard Janvier’in
karşı çıkmasıydı. Bu tartışmalar yaşanırken General Mladiç komutasındaki
Sırplar 6 Temmuz 1995 sabahı Srebrenica’nın etrafındaki çemberi iyice
daraltarak, tank ve top ateşiyle ağır bir bombardımana başladılar.
10 Temmuz’da Sırplar ikinci bir saldırı başlattı.
Bunun özerine BM Holladalı Birlik Komutanı Albay Tom Karremans NATO’dan
hava desteği talep etti. Janvier buna da karşı çıkarak hava saldırısına
gerek olmadığını söyledi. NATO uçakları Srebrenica üzerinde ikaz
mahiyetinde bir kaç saat uçtuktan sonra hiçbirşey yapmadan geri
döndüler.
Nihayet 11 Temmuz’da Srebrenica üzerinde uçan iki F16
uçağı, bir Sırp zırhlı personel taşıyıcısını vurdu ve bir tanka
isabetsiz atış yaptı. BM bununla yetinmeye karar verdi. Böylece
Srebrenica savunmasız ve Sırp askerlerinin insafına terkedilmiş
oluyordu.
Bu noktada yaşanan bütün bu olaylara, kuşatma altında
geçen zorlu yıllara ve ve sonrasında katliama bizzat tanıklık eden Hasan
Nuhanoviçin
anlattıkları, yaşanan vahşeti ve alçaklıkları tüm çıplaklığıyla ortaya
koymakta, oldukça çarpıcı ve ilginç bilgiler içermektedir. Savaş
başladığında 27 yaşında olan ve Sarajevo’da
makine mühendisliği eğitimi görmekte olan Hasan, öğrenimini yarıda
bırakarak ailesinin yanına geldi. Daha sonra gerek Srebrenica kuşatması
sırasında ve gerekse Potocari kampında BM adına tercüman olarak görev
yaptı.
Hasan ve ailesi savaş başladığı sırada Bosna’nın
doğusunda bulunan Vlasenica adlı bir kasabada yaşamaktadır ve babası
önemli mevkide görev yapan bir devlet görevlisidir.
Yaşadıkları kasaba Sırp askerleri tarafından ele
geçirilince Hasan ve ailesi 1992 yılında Srebrenica’ya sığınmak zorunda
kaldılar. Burada terkedilmiş bir eve yerleşen Nuhanoviç ailesi uzun süre
salgın hastalıkla, yiyecek ve su yokluğuyla başa çıkmaya çalıştılar.
Hasan bu durumu şöyle anlatıyor: “Srebrenica’ya bir mülteci olarak
geldik. Srebrenica’da bizim gibi evlerinden kaçıp gelmiş binlerce
insanla karşılaştık. Evleri yerle bir edilmiş bu insanlar en azından
yaşadıklarına şükrediyorlardı. En büyük problem yiyecek yokluğuydu.
Alışveriş yapacak bir dükkan yoktu, elektrikler kesikti, su bulmak
neredeyse imkansızdı. 1992’nin sonu ve 1993’ün başlarında insanlar
açlıktan ölmeye başladılar. Ailem ve ben tarif edilmez sıkıntılar
içindeydik.” 1993 yılında Hasan ve ailesi Srebrenica’ya gelen Barış
Koruma Misyonunun kendilerini kurtaracağına inanarak umutlandılar. Ancak
1995 yılına kadar bir gelişme olmadı hatta mültecilerin durumu gittikçe
daha da kötüleşti. Hasan durumu şöyle anlatıyor: “Üç buçuk yıldır devam
eden bu kuşatmadan sonra 1995 yılının baharında en dirayetli liderler
bile Srebrenica’nın başka bir kasabayla değiş tokuş edilerek bu
cehennemden kurtulmayı düşünmeye başladılar. Pek çokları tarafından hoş
karşılanmasa da bir başka çözüm önerisi de gerekirse çok kuvvetli bir
yarma harekatıyla bu çemberi kırıp buradan çıkmaktı. İnsanlar ölümü göze
alıp bunu gerçekleştirmeye hazırdı. Bütün bu şartlar altında birşeyler
yapmaya çalışırken 25 Mayıs’ta önemli bir olay oldu. Sırplar uzun bir
aradan sonra kasabaya roket ve füze ateşine başladılar. Bir çok insan
öldü ve işlerin daha da kötüleştiği anlaşıldı. Daha sonra Sırplar
Srebrenica’nın güneyinde konuşlanmış olan Hollanda Askeri Gözlem
Noktasına saldırdılar. NATO bu saldırıya tepki göstermedi. Uluslararası
kuruluşlar sürekli sözler veriyorlar, bizi koruyacaklarını
söylüyorlardı.” Hasan, tercümanlık yaptığı her toplantıda Hollandalı
komutanlara Boşnakların şu soruyu sorduklarını söylüyor: “Sırplar
Srebrenica’ya saldırdıklarında burayı nasıl savunmayı düşünüyorsunuz?”
Hollandalılar her seferinde şu cevabı vermektedir: “NATO uçakları
Bosna’nın her tarafında keşif uçuşları yapıyorlar ve onları çağırdığımız
takdirde bir-iki dakika içinde buraya gelerek, Güvenli Bölgeyi Sırp
saldırılarından koruyacaklardır.” Hasan’a göre “Hollandalılar sahip
oldukları imkanlarla burasını savunamayacaklarını biliyorlardı, ancak
tam hava desteğine sahip olduklarını söyleyerek bizi ikna etmeye
çalışıyorlardı.”
Sırp saldırıları başlayınca Hollandalılar biraz daha
gerileyerek yeni bir gözlem noktası daha kurmaktan başka birşey
yapmadılar. Hasan daha sonra yaşananları şöyle anlatıyor: “Uzun bir
aradan sonra kasabadakiler ilk defa silahlanmaya başladılar. Ve kendi
kendilerine dediler ki, bakın BM kendi askeri gözlem noktasını
korumaktan aciz ve Sırplar yavaş yavaş kasabayı ele geçirmeye
başlıyorlar. Öyleyse silahlarımızı alıp çıkalım ve kendimizi savunalım.”
Durum gittkçe kötüleşmektedir. “Haziran’da Sırplar Gözlem Noktasını ele
geçirdiler. Bu BM’e karşı açık bir saldırıydı. Şimdiye kadar atılan
roketlerle veya Sırp keskin nişancıların ateşiyle bir çok insan hayatını
kaybetmişti. Fakat BM karşı yapılan bu aleni saldırı insanlara şu mesajı
veriyordu: Kendi Gözlem noktasını koruyamayan BM buradaki insanları
nasıl korusun.”
BM’in kararsız tutumundan cesaret alan Sırplar
saldırılarını iyice sıklaştırmaya başlarlar. “..Ve 20 Haziran’da ve 5
Temmuz’da Sırplardan yeni tehdit mesajları geldi. Çok güzel bir yaz
sabahı kasabanın güneyinden ağır top atışı başladı. Patlama sesleri o
kadar yoğundu ki, aynen savaşın tüm şiddetiyle devam ettiği 1992 yılını
andırıyordu. Bu kasabayı büyük bir ihtimalle kaybedecektik... Fakat kısa
zaman sonra bu cehennemden çıkacaktık. Zaten insanların kafasında
burasını kurtarmak gibi bir düşünce kalmamıştı.”
Sırplar kasabayı ele geçirmek için kararlı olduklarını
göstermek için saldırılarını yoğunlaştırarak sürdürüyorlardı. “İlk 2-3
gün Sırplar saldırılarını daha çok kasabanın güneyinde yoğunlaştırdılar.
Bütün bölge ağır bir tank ve roket atışı altındaydı. İnsanlar sokaklarda
kuş gibi öldürüyordu. Sokakta yürümek imkansızdı.”
Srebrenica’nın etrafındaki Sırp kuşatmasını kırmak için
NATO’nun gerçekleştirdiği göstermelik hava saldırılarından sonra, Hasan,
geçirdikleri korkunç sabahın ürpertici havasını şu cümleyle özetliyordu:
“Beklemek üzerimize ateş açılmasından çok daha berbat bir durumdu.”
Hasan’ın şahit olduğu bir ilginç ayrıntı Srebrenica’da
yaşananların başka bir boyutunu ortaya koyması açısından anlamlı.
Srebrenica’yı kuşatan Sırpların arasında Ukrayna, Romanya, Bulgaristan,
Rusya ve hatta Yunanistan’dan gelerek Sırplara yardım eden ve kendi
ulusal üniformalarını giymekten çekinmeyen askerler boy
göstermektedirler.
Şimdi bu ateş çemberinin ortasında ve dünyanın
vurdumduymazlığı karşısında, Hasan ve orada bulunan insanlar şu ızdırap
verici soru soruyordu: “BM neden Güvenli Bölge ilan ettiği bir yeri,
içindeki 25.000 mülteci ile birlikte korumasız bir şekilde kendi
kaderlerine terkediyor?” Oysa bu soruların cevabı yoktu, daha doğrusu
kimse bu cevapları konuşmak istemiyordu.
Sırpların saldırıları sıklaştıkça toplanan silahların
kendilerini geri verilmesini isteyen Boşnaklar’a, karşı çıkan Albay
Karremans, NATO’nun uçaklarla bir hava saldırısı başlatacağını
söylüyordu. Ancak bu saldırı hiç gerçekleşmediği gibi Sırpların
saldırısı daha da yoğunlaştı. Sonunda Hollandalı askerler Janvier’den
aldıkları emir doğrultusunda tek bir kurşun ile atmadan kasabayı
boşaltarak yakındaki Potocari kampına çekilmeye karar verdi.
Srebrenica’nın Düşmesi
11 Temmuz 1995,
sıcak bir yaz sabahı, Ratko Mladiç, Holllanda askeri gücün hiçbir
direnişiyle karşılaşmadan büyük bir zafer kazanmış komutan edasıyla
Srebrenica'ya girdi. Silahlardan
arındırılmış kenti ele geçirmek Sırplar hiç de zor olmamıştı.
Şehrin düştüğü akşam katliamlar devam ederken, New York
da bulunan BM Barış Koruma Misyonu Şefi Kofi Annan’a durumu yazılı
olarak bildiren BM Özel temsilcisi Akashi raporunda şu tuhaf ifadeye yer
veriyordu: “konvoy halinde ilerlemeye çalışan Boşnakların yakınlarında
patlayan bazı patlayıcılar, grup içerisinde paniğe yolaçıyor.” Oysa bu
esnada insanlar dağlarda ve yollarda vahşi hayvanlar gibi kıtır kıtır
doğranıyordu.
Bir Nazi Toplama Kampı: Potocari Ölüm Kampı
Felaket yalnızca Srebrenica’nın düşmesiyle kalmadı. Şehrin
düşmesinden sonra yaklaşık 25.000 kişi büyük bir korku içinde Srebrenica
yakınlarındaki Potocari köyündeki BM Hollanda askeri kampına doğru
kaçmaya başladılar. Bunlardan 6.000 kadarı kampa girmeyi başarırken geri
kalanı ya kampın çevresinde toplandılar veya Tuzla’ya gitmek üzere
dağlara kaçtılar. Srebrenica’dan kaçan bu insanların peşinden yarım saat
sonra kampın kapısına kadar gelen General Mladiç, "Kimseye bir
kötülük yapılmayacak, zarar verilmeyecek!" diyor ve elindeki
çikolataları Sırp kameraları önünde Boşnak çocuklara dağıtıyordu.
Kampa sığınan ve
çevresinde toplanan binlerce
Boşnak korku içerisinde bekleşirken
BM’in tek endişesi Hollandalı askerlerin güvenliği idi.
Hollandalıların Srebrenica’yı hiç bir zorluk çıkarmadan teslim ettiğini
gören Mladiç, Albay Karremans’la yaptığı bir toplantıda aşağılayıcı bir
üslupla kampın içindeki ve etrafındaki müslümanların bir an önce
kendisine teslim edilmesini istiyor, aksi takdirde kampı bombalayacağı
blöfünü yapıyordu. Sonunda korkulan oldu ve Hollandalılar, mültecileri
Sırplara teslim etmeye karar verdi. Bundan sonra kampta bulunan tüm
Boşnaklar, Hollandalı BM askerleri tarafından silah zoruyla dışarı
çıkmaya zorlandılar. Kendilerinin Sırplara teslim edildiğinde
öldürüleceklerini söyleyen Boşnakların feryatlarına ve çığlıklarına
aldırış etmeden onları zorla Sırpların ellerine teslim ettiler. Bu
insanlara hiçbir şey yapmayacağını söyleyen Sırplar 11 Temmuz 1995 ile
17 Temmuz 1995 tarihleri arasında
kadınları ve çocukları ayırdederek yaklaşık 8 binden fazla
genç ve yetişkin
erkeği katlettiler.
Sırplar öldürülmeyi bekleyen insanlara namlularının
gölgesinde önce çukur kazdırıyorlar, sonra da bu insanları topluca
öldürüp ya da diri diri bu çukurlara gömüyorlardı. Yaptıkları katliam
daha sonra ortaya çıkmasın diye öldürdükleri insanların cesetlerini
tanınmaz hale getiriyorlar, ayakkabılarını ve diğer giysilerini
topluyorlardı.
Böylece
Bosna savaşının belki de en hunhar katliamları,
bu insanların güvenliklerini sağlamakla yükümlü BM yetkililerinin
gözleri önünde ve onların desteği ve onayı ile gerçekleştiriyordu. Daha
sonraki yıllarda Hollandalı generallerin, katliam devam ederken Sırp
generallerle birlikte yemek yediklerinin, içki kadehi tokuşturduklarının
ve sohbet ettiklerinin görüntülendiği kasetlerin basına yansıması olayın
danışıklı dövüş olduğunu ortaya koyuyordu.
Hollandalılar mültecileri Sırplara teslim etmekle yetinmemiş, onlara her
türlü yardımı yapmış, hatta Sırp askeri araçlarına yakıt bile
sağlamışlardı.
Bu ölüm kampında yaşananları gerçek boyutlarını,
hikayemizin kahramanı Hasan’dan dinlemeye devam edelim.
“NATO’nun göstermelik hava saldırısının ardından
Srebrenica’yı rahatlıkla ele geçiren Mladiç ve askerleri şimdi bu kampın
kapısına dayanmış burada bulunan mültecilerin kendisine teslim
edilmesini talep ediyordu. Bu amaçla Mladiç Albay
Karremans’la birkaç defa yemek yeyip görüştükten sonra nihayet bir
anlaşmaya vardılar. 13 Temmuz 1995’de Hollanda Birliği yapılan anlaşma
gereği, Sırplara teslim edilecek mültecilerin ve BM adına çalışanların
listesini verdi. Mladiç sadece mültecilerin değil tüm yaralıların ve
tercümanların da kendisine teslim edilmesini istiyordu. Bu arada kampın
dışında bulunan erkeklerin katledildiğine dair haberler kampın içine
ulaşıyordu. Kampın komutan yardımcısı Binbaşı Franken böyle bir şeyin
olmadığı yalanını söyleyerek ertesi günü kamptan uzaklaştıracakları
insanları sakinleştirmeye çalışıyordu.”
Hollandalılar kampı boşaltmaya karar verince, bunu
sığınmacılara duyurma görevini Hasan’a verdiler.
Hasan eline tutuşturulan bir megafonla orada bulunan
Boşnaklara şu duyuruyu yapmak zorunda kalmıştı: “Sizden kampı
boşaltmanızı istiyorlar.” Mültecilere, kamyon ve otobüslerle konvoy
halinde Tuzla Serbest Bölgesine götürüleceklerini ve kendilerinin
güvenlikte olacakları söylendi. Ancak, Sırpların özellikle erkek
mültecilerin gitmesine izin vermeyeceğini, kampın dışına çıkmanın
onların ölümü olacağını herkes biliyordu. Mülteciler dışarı
çıktıklarında akıbetlerinin ne olacağını sorduğunda Franken herşeyin
yolunda olduğunu, Sırpların kimseye zarar veremeyeceğini, çünkü burada
bulunan insanların isimlerinin Cenova, Hague ve daha başka adreslere
bildirildiği yalanını söylüyordu.
Boşnakların Sırplara teslim edilmesine karar veren
asıl sorumlu kişi kampın komutanı Albay Karremans’dır. Bir süre onun
tercümanlığını da yapan Hasan’ın anlattığı şu ilginç anekdot, onun
Boşnaklara bakış açısını oldukça güzel yansıtmaktadır: “Kamp
boşaltılmadan önceki son Ramazan’da Karremans’ı bizimle Rakıja
içmeye davet ettik. Bu teklifi götürdüğümüzde, Karremans’ı belki de ilk
defa gülümserken görmüştüm. Ancak cevabı gülümsemesiyle aynı samimiyette
değildi: Bu mültecilerin hepsi birer pislik.”
BM’nin bir nevi koruması altında olacakları düşüncesiyle kampa sığınan
bu insanlar burada geçirdikleri 2 gün 2 geceden sonra şimdi zorla
cellatlarına teslim ediliyordu. Hasan bu alçakca kararın niçin
alındığını hala çözememektedir: “Bu insanlar niçin zorla kampın dışına
atılması için hiçbir sebep ve zorlama yoktu. Çünkü Sırplar kampa girmeye
çalışmadılar, hatta bunu denemediler bile. Yani Sırplardan
Hollandalılara sığınmacıların teslim edilmesi yönünde bariz bir tehdit
de yoktu. Bu sorunun cevabını asla bulamadım. Kampın içinde olup
bitenler hakkında şimdiye kadar hiçbir soruşturma yapılmadı bile.”
Gerek Sebrenica’nın düşmesinde gerekse Potocari
kampının savunulmasında Sırplara karşı hiçbir şekilde silah kullanmayan
Hollandalı askerler, kampın boşaltılmasında Sırpların işlerini
kolaylaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar, mültecilerin tek sıra
halinde düzenli olarak yürümelerini sağlıyorlardı. Hasan bu sahneyi
şöyle anlatıyor: “Askerler kampı boşaltmak için herşeyi dört dörtlük
planlamışlardı. Mültecilerin sırayı bozmadan çıkmalarını sağlamak üzere
kampın çıkışına naylon şeritler bile çekmişlerdi. İnsanlara sadece bir
hayvan sürüsü gibi kapıya doğru yürümelerini emrediyorlardı.”
Sırplar dışarı çıkan erkekleri ayırdedip çok uzağa
gitmeden kampın yakınlarında öldürmeye başlamışlardı. Bütün bu olup
bitenleri gören ve başlarına gelecekleri anlayan mülteciler korkuyla
çığlıklar atıyor ve Hollandalı askerlere yalvarıyorlardı. Mültecilere
kampı terketmenin dışında hiçbir alternatif bırakmayan askerler ise bir
şey yapmak şöyle dursun insanlara cevap vermeye bile tenezzül
etmiyorlardı. Kampı çığlık, feryat ve yalvarmanın birbirine karıştığı
bir uğultu kaplamıştı. Birçok mülteci Sırplara teslim olmaktansa intihar
etmeyi seçiyor, intihar edecek gücü bulamayanlar ise kendilerini
öldürmeleri için arkadaşlarına yalvarıyorlardı. Kamp etrafında vahşi
hayvanlar gibi boğazlanan insanların feryatları gece boyunca devam etti.
Anneler sıkı sıkı sarıldıkları oğullarını bu feci akıbetten korumak için
çırpınıp duruyorlardı.
Kampın boşaltılmaya başlanmasından sonra kampta
bulunan herkes gibi Hasan da büyük bir endişeye kapılmıştı. Her ne kadar
kendisi kampta kalma hakkına sahip olsa da ailesinin Sırplara teslim
edilmesi ihtimali onu çılgına çevirmiştir. Bu nedenle ailesini kurtarmak
için bir plan yaptı ve listeyi hazırlamakla görevli Hollandalı asker De
Haan’la birlikte kardeşinin adını belli etmeden BM çalışanların arasına
dahil etti. “De Haan ve ben bu yeni listeyi askeri Karargah binasına
götürdük. Masanın başında bazı haritalara bakmakta olan Binbaşı Franken
bizi görünce ayağa kalktı. Listeyi masanın üzerine koyduk, o da
haritaları eliyle bir kenara itti. İlk önce listeye uzunca baktı. Büyük
bir ihtimalle listede kendisine çok tutarlı gelmeyen bazı isimler
görmüştü. Sıra bizim isimlerimize gelince altına bir sandalye çekti ve
listeyi isim isim incelemeye başladı. Bakışları aşağıya doğru kaydı ve
listenin en altındaki bir isme takıldı. Geriye doğru yaslandı, kolunu
havaya kaldırdı ve işaret parmağıyla uzatarak ‘Bu kim’ diye sordu.
İkimiz de aynı anda bunun yeni alınan temizlikçi olduğunu söyledik. De
Haan çok ciddi bir ifadeyle bu şahsın iki hafta önce işe başladığını
ancak Sırp saldırılarından dolayı formaliteleri yerine getiremediklerini
söyledi. Franken ise ‘Hayır, bu doğru değil, bu burada çalışmıyor.’ diye
bağırdı. De Haan utancından kıpkırmızı kesilmişti. Yalan söylediği
meydana çıkmıştı ancak bir gencin hayatını kurtarmak için yalan söylemek
zorunda kaldığını söyledi. Franken listeyi tekrar masanın üstüne koydu,
ellerini uzatarak pembe renkli bir işaretleme kalemi aldı –niçin pembe
seçtiğini anlayabilmiş değilim belki de siyah bir kalem almalıydı- ve
bir insanın ismini, daha doğrusu hayatını çizmiş oldu. Muhammed
Nuhanoviç 19 yaşındaydı, Bugün bile hala niçin onun ismini listenin
altına ekledik diye kendimi suçluyorum. Onun adını listenin ortasına bir
yerlere bizim isimlerimizin arasına koysak, Franken belki de
farketmeyecek, belki de yaşıyor olacaktı. Ben de bugün farkında olmadan
birisinin ölümüne sebep olmanın ızdırabını yaşamayacaktım. Yaşadığım
olayın tesiriyle hissiz ve donmuş bir şekilde toplantı odasından
ayrıldım.” Hasan ve De Haan odadan çıktıktan sonra bilgisayarda listenin
son şeklini yazmaya başladılar. Bir daha asla geri getiremeyecekleri
önemli bir şeyi kaybediyor olmanın ızdırabıyla kafası allak bullak olan
Hasan’ın tüm geçmiş yaşantısı bir film şeridi gözünün önünden akıp
gidiyor, donmuş gibi De Haan’a bakıyor, sürekli Frankeni öldüreceğini
tekrarlayıp duruyordu. De Haan da ‘Bu benim suçum değil, Franken’in
kararı, hala vakit varken git onunla konuş.’ diyordu.
De Haan’ın yanından ayrıldıktan sonra, olup bitenleri
tek başına bir masada izlemekte olan Hasan’ın, birden kafası, yeşil yağ
tabakası kaplı tahta masanın üzerine düştü. Çaresizliğin ve bir şey
yapmamanın verdiği ızdırapla kendini kaybeden Hasan masaya yığılıp
kalmıştı.
Ancak ailesini ve diğer mültecileri kurtarmak için
mücadelesinden vazgeçmeyen Hasan, kampta mülteciler arasında bulunan
babası İbro ve bazı mültecilerle bir şeyler yapmaya çalışmaktadır:
“Potocari kampında bulunan herkes, mülteciler ve Hollandalılar, BM
kampının dışına çıkan herkesin öldürüleceğini biliyordu. Babam, ben ve
arabulucu olarak görev yapan bir diğer kişi, Nesip Mandzic, birlikte bir
plan yaptık. Dünya medyası Potocari’deki durumdan haberdar edilmeden,
askeri bir müzakere timi ve gazeteciler gelmeden kampı
boşaltmayacağımızı şart koşalım. Mülteciler ancak UNPROFOR askerleri
nezaretinde güvenli bir bölgeye nakledilsin…” Oysa tahliye çoktan
başlamıştı bile. Hollandalı askerler mültecileri hayvan sürüleri gibi
yönlendirip kampın dışına çıkarıyor, kadınlar ve çocuklar dışarıda
bekleyen Sırp askeri araçlarına bindiriliyordu. Ortalıkta hiçbir erkek
gözükmüyordu.
Hasan’ın babası istediği takdirde kamptan ayrılmama
hakkına sahipti, çünkü Sırplarla yapılan müzakerelerde arabuluculuk
görevini o üstlenmişti. Ancak Hollandalılar küçük oğlu Muhammed ve
karısının kalmasına izin vermeyince o da onlarla birlikte kamptan
ayrılmaya karar verdi. Hasan bu arada çılgınlar gibi ailesini kurtarmak
için sağa sola koşturmakta, askerlere adeta yalvarmaktadır. Orada
bulunan Hollandalı askerler ısrarla onun ailesinin de Sırplara teslim
edileceğini söylerler. O da son bir defa daha Binbaşı Franken’e
yalvarır: “Ona son bir defa daha kardeşimin kampta kalıp kalmayacağını
sordum. Fakat müsaade etmedi. Hiçbir Hollandalı asker beni dinlemiyordu
bile.”
Umutları iyice tükenen Hasan da ailesi ile birlikte
kamptan ayrılmaya karar verdi. Ancak babası ve kardeşi ona kampa geri
dönmesini, böylelikle ailelerinden en az birisinin hayatta kalacağına ve
tüm dünyaya Sırpların yaptıklarını anlatacağına emin olmak istediklerini
söylediler. Hasan ailesiyle yaptığı uzun bir tartışmadan sonra göz
yaşları içerisinde ister istemez kampta kalmaya karar verdi. Hasan’ın
babası kendi ölümüne doğru adımlarını atarken birden geriye döndü ve
Franken’e sarılıp öptü. Böylelikle kendisinin Hollanda Birliği ile iyi
ilişkiler içinde ve onlarla çalışan birisi olduğunu gösterip ailesini
korumayı hesaplıyordu. “Kardeşim, annem, babam arkalarında bir grup Sırp
askerle birlikte gözlerimin önünde çıkıp gittiler. Annemi en son bir
otobüse bindirilirken gördüm. Bense hala BM’in ailemi koruyacağını
sanıyordum.”
Hasan afallamış bir vaziyette, ağlayarak kampa geri
döndü. Ancak kampta ikinci bir şok daha yaşayacaktır. Orada bulunan bir
kapıyı açtığında karşısında ailelerini teslim etmeyip onlarla birlikte
kalan diğer BM çalışanlarını görünce beyninden vurulmuşa döndü. Onlar
emirlere uymayıp bir kumar oynamış ve kalmaya karar vermişti. Kendini
kaybeden Hasan içine düştüğü suçluluk psikolojisinden ve ailesini
kaybetmenin acısından kurtulmak için kutu hap içerek intihara teşebbüs
etti, ancak kurtarıldı.
Mültecilerin hepsi Sırplara teslim edilip tahliye
işlemi bittikten sonra Hollandalı askerler ve tercümanlar kampta
yaklaşık bir hafta daha kaldılar. Bu arada kampa 2-3 kamyonet dolusu
bira ve sigara getirilerek bir kutlama partisi verildi. Onlar müzik
eşliğinde dans ederken Hasan hala ailesinin akıbetini düşünmektedir.
Birlik daha sonra 21 Temmuz’da tüm yiyecek, ilaç ve silahları kampta
bırakarak bir konvoy eşliğinde Zagreb’e nakledildi. Burada da
Hollanda’dan özel uçakla getirtilen bir orkestra eşliğinde çılgınlar
gibi eğlenen Hollandalı askerler körkütük sarhoş oluncaya kadar içtiler.
Onlar eğlencelerine devam ederken katliamdan kurtulmak için dağlara
kaçan ve Tuzlaya ulaşmaya çalışan binlerce insan hala dağlarda vahşi
hayvanlar gibi boğazlanmaktadır.
Hasan buradan ayrıldıktan hemen sonra ulaşabildiği
tüm uluslararası kuruluşlardan kamptan alınan insanların akıbetleri
hakkında bilgi edinmeye çalıştı. Ancak bütün kuruluşlar sözleşmiş gibi
böyle bir olay hakkında bilgileri olmadığını veya mültecilerin nerede
olduğunu bilmediklerini söylüyordu. Hasan’ın
ailesinden ve 8 binden fazla müslümandan bir daha haber alınamadı.
Hasan’ın Bitmeyen Mücadelesi
Hasan için Srebrenica artık bir kabustur. “Bu bir
kabustu hala da bir kabus olarak devam ediyor. Ancak bitmemiş bir kabus
çünkü hala aileme ne olduğunu bilmiyorum. Öldürülmüş veya bir yerlerde
hapsedilmiş olabilirler. En ufak bilgi kırıntısına bile ihtiyacım var.
Bunu elde etmeden hayatımın sonuna kadar huzura kavuşmayacağım.” Hasan,
uzun araştırmalardan sonra pek kesin olmayan bazı bilgiler toplayı
başardı. Buna göre annesi Sırplar tarafından bir otobüse bindirilmiş,
ancak yolda küçük oğlu Muhammed’in adını sayıklayarak otobüsten inmiş ve
gerisin geriye oğlunu aramak için Srebrenica’ya dönmüştür. Hasan daha
sonra bir Sırp’tan annesinin önce hapsedilip sonra da öldürüldüğünü
öğrendiğini, kendisine bu bilgiyi veren Sırp’a teşekkür ettiğini, çünkü
şimdi en azından annesinin ölmüş olduğunu bildiğini söylemektedir.
Hasan daha sonra Tuzla’da yeniden BM’de tercüman olarak
çalışmaya başladı. Hasan’ın asıl zorlu mücadelesi bundan sonra
başlıyordu. Gerek BM’in resmi kanallarını kullanarak gerekse şahsi
girişimleriyle, katliamla ve ailesinin akıbeti ile ilgili bilgilere
ulaşmaya çalıştı. Olayın tanıklarının ifadelerini topladı, katliamdan
kurtulanlarla görüştü. Srebrenica’da görev yapmış bazı Hollandalı
askerlere ulaşarak onları ifade vermeye ikna etmeyi başardı. Hollanda
Savunma Bakanlığı’na defalarca mektup yazdı. Bakanlık Hasan’a gönderdiği
cevap yazısında Srebrenica’da kaybolan insanlarla ilgili kendisine
yardım edemiyeceklerini, bundan sonra kendilerine mektup yazmamasını ve
başka soruları varsa Sarajevo’daki Hollanda Büyükelçiliği ile temas
kurmasını söylediler. Temasa geçtiği Büyükelçi ise Bosna’daki siyasi
durumun böyle bir konuyu araştırmak için uygun olmadığını, ülkede
istikrar sağlanmadan sağlıklı bir araştırma yapılamayacağını söyleyerek
sorumluluktan kaçıyordu.
Hasan Sarajevo’da bulunan BM karargahı’na da birçok
mektup yazarak yardım talebinde bulundu. Gelen cevaplarda kayıp insanlar
ve mülteciler konusunda çalışan kuruluşlarla irtibata geçmesi salık
veriliyordu. Ancak bu kuruluşlar da yapacak fazla bir şeyleri olmadığını
söylüyordu.
Bütün bu olumsuz cevaplara rağmen Hasan mücadelesinden
asla vazgeçmedi. Onlarca defa uluslararası toplantılara, konferanslara,
panellere katılarak Srebrenica’da yapılan katliamı bütün dünyaya
anlatmaya başladı. Çoğu zaman basın yayın organlarında boy gösteriyor,
katliamdan sorumlu BM’i ve Hollanda hükümetini suçlayıcı konuşmalar
yapıyordu. Bu mücadelesini yaparken halen BM’de çalışan bir tercüman
olması nedeniyle onun bu konuşmaları BM yetkililerini çok rahatsız
ediyordu. Bir çok defa Sarajevo’daki BM Karagahına çağrılarak üstü
kapalı veya doğrudan tehdit ve ikazlarda bulunuldu. Ancak BM yetkilileri
Hasan’ı işten attıklarında Srebrenica’dan çıkarılmış ve şu anda
Bosna’nın her tarafında mülteci olarak yaşayan binlerce Srebrenica’lı
mültecinin ve dünya medyasının tepkisinden de çekiniyordu.
Hasan’ın mücadelesinden rahatsız olan sadece BM değildi.
Bir çok defa Hollanda’ya davet edilen Hasan, radio ve televizyonlarda,
toplantı ve panellerde açıkca ve hiç lafını esirgemeden Hollanda
Hükümetini ve BM’yi suçlayıcı konuşmalar yapıyordu. Hollanda içerisinden
gelen tepkilerinin yanısıra birçok kuruluş, siyasi parti veya sivil
toplum kuruluşu ona açık bir destek verdiler. Hasan’ın bu çabaları
konuyu sürekli gündemde tutuyor ve Hollanda hükümetinin suçunu kabul
etmesi ve Srebrenica halkı için birşeyler yapması gerektiği mesajı
gerekli yerlere iletiliyordu. Hasan bu çabalarından çoğu zaman beklediği
oranda maddi ve manevi yardım göremese de Hollanda’nın suçluluğunu tüm
dünyaya kabul ettirmeyi başarmıştı. 2003 yılında Hollanda hükümetinin
Srebrenica katliamındaki sorumluluğunu kabul edip istifa etmesinde
Hasan’ın bu yılmak bilmeyen çabalarının payı büyüktür.
Hasan’ın yaptığı suçlama ve eleştirilerden Amerikalılar
da payını alıyordu. ABD’de birçok defa toplantı ve konferanslara katılan
Hasan, katliamı önlemede isteksiz davranmasından dolayı doğrudan ABD’yi
suçlayıcı beyanlar veriyordu. Amerika’nın gerek katliamdan önce gerekse
katliam esnasında yaşanan herşeyden haberi vardı. Ancak anlaşılmaz bir
umursamazlık ve isteksizlikle olayları seyretmişti. Ona göre ABD’nin bu
isteksiz ve yetersiz çabası savaştan sonra da devam etmektedir. Örneğin
katliamın yapıldığı ve toplu mezarların bulunduğu bölge, savaştan sonra
bu bölgeye konuşlandırılan Amerikan SFOR (Stabilization Forces) Birliklerinin sorumluluk alanında kalmaktadır.
Ancak bu toplu mezarlar yeterince korunmamakta, gerekli araştırma
yapılmamakta, Sırplar tarafından tahrip edilmekte ve katliamın izleri
yok edilmeye çalışılmaktadır. Hasan bu konuda temasa geçtiği bir çok
Amerikan askeri yetkiliye durumu izah ettiğini, ama şimdiye kadar olumlu
bir cevap alamadığını söylemektedir.
Hasan’ın anlattığı bir başka olay Amerikalıların bu isteksizliğinin açık
bir göstergesiydi. Hasan elinde bulunan bir video kasetini Amerikan
askerlerine vererek gereken yapılmasını talep eder. Srebrenica’nın
düşmesinden sonra çekilen bu kasette katliam sırasında Mladiç’le
birlikte gözüken birisi vardır ve bu kişi hala Zvornik denilen bir
kasabada polis şefi olarak çalışmaktadır. Amerikalı askerler bu kasedi
umursamazlar bile. Oysa bu bölgeden kaçmak zorunda olan binlerce Boşnak
evlerine dönmek istediklerinde, savaş sırasında katliama bizzat katılan
bu polis şefinin sorumluluk alanına gireceklerinin, bunun da
mantıksızlığının farkındadır. Sadece bu polis şefi değil katliam
sırasında görev yapan bir çok devlet görevlisi hala aynı konumlarını
muhafaza etmektedir (War Criminals, 2000:1). Amerikalı askerler
de ironik bir şekilde sürekli bu insanlarla biraraya gelip toplantılar
yapmakta bölgenin sorunlarına çözüm bulmaya çalışmaktadırlar. Bugün
Amerikan askerleri, etrafı insan kemikleriyle çevrili yollarda hergün
devriye gezmeye devam etmektedir.
Hasan’ın suçladığı bir diğer uluslararası kuruluş olan
UNHCR
hakkındaki ilginç iddiası da şöyle: “Potocari kampı zorla boşaltılırken
dışarıda Sırp kamyon ve otobüslerinin yanında bekleyen iki tane UNHCR
kamyonu vardı. Kampta geriye kalan bir kaç yüz insan daha vardı. Bu
UNHCR görevlileri Hollandalılara, geriye kalan bu mültecileri taşımayı
teklif dahi etmediler. Katliamdan sonra bizzat tanıdığım bu insanlara ve
UNHCR’ın Sarajevo’daki şefine ulaşarak, kamptan götürülen insanların
nereye götürüldüğüne dair bilgileri olup olmadığını sordum. Olay
sırasında hiçbir UNHCR mensubunun orada olmadığını söyleyerek herşeyi
inkar ettiler.”
Hasan ABD’de de katıldığı bir konferansta kendisine bir
kongre üyesi tarafından yöneltilen: “Sence neden BM Barış gücü askerleri
ve UNHCR kamptaki mültecilerin boşaltılmasında kendi kamyon, otobüs veya
diğer vasıtaları kullanmadılar da bu insanları Sırpların eline teslim
ettiler? Yani bunlar Mladiç’in bu insanlara hiçbir şey yapmayacağını mı
zannettiler, yoksa bir beceriksizlik miydi veya daha mı kötüsü?”
sorusuna “Zannediyorum oradaki insanlar kimsenin umurunda değildi.
Hollandalı askerler, diğer ülke askeri temsilcileri ve UNHCR yetkilileri
Potocari kampı boşaltılırken birkaç saat orada durdular ve bu sivil
insanları korumak için kıllarını bile kıpırdatmadılar. Yani hiçkimse
aldırış bile etmedi. Herkes sadece eşyalarını toplayıp oradan ayrılmayı
bekliyordu. Hepsi bu. Ve bu cehennemi orada bırakıp çekip gittiler.”
Hasan’ın cevabını bulamadığı ve anlayamadığı
sorular bunlardan ibaret değildi. “11 Temmuz’da Srebrenica düştü. 12 ve
13 Temmuzda binlerce insan Potocari kampından alınarak katledildi. 13
Temmuz ile 15 Temmuz arasında neler yaşandığını kimse tam olarak
bilmiyor. Ancak 15 Temmuz’da yani Potocari olayından iki gün sonra
Belgrat’ta bir toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantıya katılan BM
yetkilileri ve Uluslararası kuruluş temsilcilerinin, hayatta kalan ve
kurtarılması mümkün olan insanlar için birşeyler yapması umuluyordu.
Oysa konuşulanlar tam tersini gösteriyor. Bu toplantı hakkında mevcut
resmi belgede
Akashi şunları yazıyor: ‘Sn. Carl Bildt, Sn. Stoltenberg, ve kendim 15
Temmuz’da Devlet Başkanı Miloşeviç ile Belgrat’ta buluştuk. Bu buluşmaya
General Rupert Smith ve Miloşeviç’in yanısıra Bildt’in ricası üzerine
General Mladiç de katıldı. Mladiç ve Smith uzun uzun tartıştılar. Bir
kaç nokta üzerinde anlaşmamalarına rağmen bu toplantı iki general
arasındaki diyalog’un tekrar tesis edilmesini sağladı. Toplantının
sonunda iki general arasında resmi olmayan bir anlaşmaya varıldı, daha
sonra 19 Temmuzda tertip edilecek bir başka toplantıda bu anlaşma teyit
edilecektir. Mladiç’in bu toplantıya iştirak etmesinden dolayı
kamuoyunda oluşacak hassayiyeti bertaraf etmek için bu toplantı
taraflarca kamuoyuna aksettirilmeyecektir.’ Hasan toplantı hakkında
şunları söylüyor: “Evet bu bir gizli toplantıydı. Bu uluslararası
şahsiyetlerin yerine ben orada olsaydım, Mladiç ve Miloşeviç’e Potocari
kampından götürülen binlerce insanın akıbetinin ne olduğunu sorardım.
Uluslararası gözlemcilerinin gözü önünde binlerce insan katlediliyor ve
kimse bunu sormuyor. Bundan daha berbatı ise toplantının ertesi günü, 16
Temmuz’da Sırplar Pilica denilen bir yerde 1500 erkek ve çocuğu daha
katlettiler. Bu şahitler tarafından ortaya konan ve Hague’de savaş
suçundan hüküm giyen Drazen Erdemoviç’in
tanıklığıyla ispatlanmış bir katliamdır. Bütün bunlar gösteriyor ki bu
toplantıyı yapanların, bu insanları kurtarmak gibi dertleri yoktu.
Toplantıda bu gündeme bile gelmedi.”
Katliam Kurbanları
Katliamdan kurtulan ve şu anda kendi ülkelerinde bir sığınmacı gibi,
kendilerine tahsis edilen toplama kamplarına benzer barakalarda, veya
Sırpların terkettiği evlerde işsiz, yiyeceksiz, sağlık şartlarından
mahrum ve gelecekten umutsuz bir şekilde yaşayan Srebrenicalılar
yaşadıkları katliamın ve sahipsizliğin ızdırabını her gün acı bir
şekilde yudumlamaktadırlar.
Bu
insanlara elinden geldiğince yardımcı olup yol göstermeye çalışan Hasan,
çoğu zaman uluslararası kuruluşlardan ve sivil örgütlerden bekledikleri
yardımı görememekten şikayetçi. Bazen kendilerini siyasi amaçları için
kullanmaya çalışan insanlar da olsa Hasan “Bizim politik herhangi bir
amacımız yok. Tek hedefimiz savaş suçlularının birkaç sene hapis yatıp
çıkması veya Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesinin katilleri
cezalandırılması değil. Bu çok vakit alacak bir süreç. Biz kayıp
yakınlarımızın izine ulaşmaya çalışıyoruz.” diyor.
Srebrenica katliamından kurtulan insanlar yine Hasan’ın önderliğinde bu
faaliyetlerini bir dernek çatısı altında yürütmektedirler. Bu amaçla
kurulan Zene Srebrenica
adlı dernek sesini çeşitli platformlarda duyurmaya çalışıyor, bazen
BM’in, NATO’nun, UNHCR veya bir başka uluslararası kuruluşun binaları
önünde protesto mitingleri düzenliyorlar.
Kurban yakınları Potocari toplama kampının bir soykırım müzesine
dönüştürülmesini ve ölülerinin buraya defnedilmesini istiyorlar.
Hasan’a göre bu müzenin ve mezarlığın fiziki varlığı
bile savaş suçunun hafızalardan silinmesini önleyecektir. “Almanya’da
kurulan mahkemelerde İkinci Dünya Savaşından sonra yaklaşık 60.000 savaş
suçlusu yargılandı. Burada yapılması gereken de bu. Uluslararası
topluluk büyük balıkların peşinde. Ancak onları yakalamaları çok zor.”
Bugüne kadar 30’a yakın toplu mezardan çıkarılan 4 bin ceset Tuzla’daki
tünellerde ve Sarajevo yakınlarındaki özel konteynerlerde saklanıyor.
Eşyalarıyla birlikte kimlik tespiti yapılmayı bekleyen bu cesetlere,
bulunan her toplu mezarla birlikte yenileri ekleniyor.
Bu cesetlerden şimdiye kadar ancak çok azının kimlik
tespit ve teşhisi yapılabildi. Öldükten sonra bile huzur bulamayan bu
insanların yakınları uluslararası kuruluşlardan daha fazla çaba
göstermelerini bekliyor.
Bu konuda yılmadan mücadelesine devam
eden Hasan, 20 Eylül 2003 günü buruk bir sevinç yaşadı. Onun uzun yıllar
gayretleri sonucu inşa edilen bir anıt mezar, ABD’nin eski Başkanı Bill
Clinton’un da katıldığı bir törenle açıldı. Şu ana kadar 882 kurbanın
gömüldüğü mezarlığa, kimliği belirlenen 107 kurban daha defnedilecektir.
Katliam Sonrası Uluslararası Camiada
Yaşananlar
İlk başlarda katliamdaki
sorumluluğunu kabul etmeyen Hollanda hükümeti gerekli adımları atmaktan
sürekli kaçındı ve olayı ört-bas etmeye çalıştı. Ancak
bu olay zaman geçtikce Hollanda’nın bir kabusu, milli bir travması
haline gelmekten kurtulamadı.
Bu konuyla ilgili
kurulan bir Parlemento Araştırma
Komisyonu’nun 27 Ocak 2003’te açıkladığı bir raporda katliamdan tamamen
Hollanda Hükümeti sorumlu tutuluyor, sözde
koruma altındaki bölge Sırplarca ele geçirildikten sonra Hollanda
birlikleri etnik temizlikte işbirliği denilecek biçimde yardımcı olmakla
suçlanıyordu.
16
Nisan 2003’te Hollanda Başbakanı Wim Kok, Srebrenica’da hayatını
kaybeden ve kurtulanlar adına Hollanda’nın katliamdaki kütün
sorumluluğunu kabul ettiklerini belirterek hükümetin istifa ettiğini
söyledi. Ancak Srebrenica mağdurlarına göre bu çok geç kalmış bir istifa
ve Hollanda’nın kirli geçmişini temizlemeye yetmeyecektir. Bu istifaya
giden yolda olayların bu şekilde gelişmesine örnek ve azimli bir
mücadele yürüten Hasan’a göre her ne kadar bu istifa dürüst bir tavır da
olsa göstermelik ve politik bir karar ve önemsiz bir jestten ibaret,
çünkü hükümetin istifası adaletin yerini bulması değildir. Adalet yerini
ancak mahkemelerde bulacaktır. Bu amaçla Srebrenica’lı Anneler
Derneğinin 2000 yılında Hague’de bulunan Eski Yugoslavya Uluslararası
Savaş Suçları Mahkemesi’ne üst rütbeli BM askerlerinin, Hollanda
Hükümetinin ve Hollanda Ordusunun sorumluluklarının araştırılması için
açtıkları dava hala devam etmektedir.
BM ise bu konuda uzun süre
suskunluğunu korudu. Katliamdan ancak 4 yıl sonra Kasım 1999’da 155
sayfalık bir rapor
yayınlayan BM, kendisine ağır eleştiriler yöneltmekte "hata, yanlış
karar ve bize karşı duran şeytanı tanımadaki yeteneksizlikten dolayı
Srebrenica halkının Sırp katillerin katliamından korunamadığı” itirafı
yapılıyordu. Daha sonraları ortaya çıkan birçok BM
belgesi, Srebrenica’da katliam devam ederken, Miloşeviç ve BM üst düzey
yöneticilerinin sık sık biraraya gelerek görüştüklerini ortaya
çıkarmıştır. Srebrenica’da kadınların ırzına geçilip, erkekler parça
parça doğranırken bu insanlar çeşitli ortamlarda biraraya gelerek kendi
askerlerinin ve malzemelerinin güvenliği konusunda karşılıklı bir
anlaşmaya varmaya çalışıyorlardı. Ancak bunlara rağmen hiçbir BM elemanı
suçlu bulunup herhangi bir cezaya çarptırılmadı.
Srebrenica’nın düştüğü
sıralarda Afrika’da bir gezide olan BM Genel Sekreteri Boutros Gali ve
yanındakiler tüm dünyanın gözü önünde cereyan eden bu dehşet sahnelerini
televizyondan büyük bir kayıtsızlıkla seyretmektedirler.
Sırplara büyük sempati besleyen insan sadece Gali değildi. Sözleriyle ve
tavırlarıyla Sırplara karşı anlaşılması güç bir hayranlık beslediğini
ispatlayan Akashi’nin de Gali’den kalır yanı yoktu.
Sırpların elinde esir bulunan
Fransız askerlerin hayatını kurtarmak için yapılacak hava saldırılarına
karşı çıkan ve Srebrenica katliamına giden yolu açan Fransız Generaller
Morillon ve Janvier ise rahatça hayatlarına devam etmektedirler.
Hasan, Uluslararası Af
Örgütüne defalarca başvurduğunu, yaşananlar ve ailesinin başına
gelenler hakkında bilgi verdiğini, ancak gerek bu örgütün gerekse de
İnsan Hakları İzleme Örgütünün yazdığı raporlarda Fransız komutanlara,
Hollandalı Birliğine ve Hollanda Savunma Bakanlığına yönelik en ufak bir
eleştiri bile yer almadığını söylüyor.
Katliamın asıl sorumluları Radovan Karadziç ve General Ratko Mladiç
katliamdan sonra uzun süre Bosna’da serbestçe dolaştı. Barış sürecinde
Avrupa Devletleri ve Amerika bu insanlara bir savaş suçlusu değil de
birer saygıdeğer diplomat gibi davrandı. Bu
iki katil hâlâ Sırbistan-Karadağ’da
tam anlamıyla serbestçe dolaşmakta, futbol maçlarında, lokantalarda boy
göstermektedirler.
Eski Yugoslavya için Uluslararası Savaş Suçları
Mahkemesi 2001 yılında
ilk kez Bosnalı Sırpların "soykırım" suçu işlediğini resmen kabul
ederek, Katliamdan sorumlu komutanlardan birisi olan Sırp General
Radislav Krstiç’i 46 yıl hapse mahkûm etti.
Yaşanan katliamların arkasındaki isim olan ve başından itibaren tüm
Bosna savaşı yönlendiren ve 1 Nisan 2001 tarihinde Sırp Hükümeti
tarafından tutuklanıp mahkemeye teslim edilen Yugoslavya Devlet Başkanı
Slobodan Miloşeviç’in yargılaması ise halen devam etmektedir.
Srebrenica’daki katliamın planlayıcı ve sorumlularının çoğu yakalanmadan
serbestçe gezerken, kuşatma sırasında Srebrenica halkını Sırplara karşı
kahramanca savunan Boşnak komutan Nasır
Oriç, savaş suçu işlediği gerekçesiyle Lahey’de yargılanmaktadır.
SONUÇ
Bu yazıda anlatılanlar bir korku ya da kurgu-bilim filmden
alınmış sahneler değil. 20. yüzyılın son çeyreğinde Avrupa’nın ortasında
ve tüm dünyanın gözü önünde gerçekleştirilen bir insanlık ayıbının
hikayesidir. Bu insanlar sadece sahip oldukları kimliklerinden dolayı
vahşice öldürüldüler, işkenceye uğradılar, tecavüz edildiler,
yurtlarından sürüldüler. Kendilerini yeni Haçlı Seferlerinin neferleri
sanan Sırplar, yıllardır birlikte yaşadıkları müslüman komşularını
tamamen yoketmek için merhametsizce saldırdılar ve tüm dünyanın gözü
önünde kısmen de amaçlarına ulaştılar.
Yaşanan insanlık dışı bu utanç tablosu tam anlamıyla aydınlığa
kavuşmadan adeta tarihin tozlu dehlizlerinde unutulmaya terkedilmek
isteniyor. Uluslararası camia bu katliamın sorumlularını açığa çıkarmak
şöyle dursun bu ayıplarını ört-bas etmek için ellerinden geleni yapmakta
ve konunun sık sık gündeme getirilmesinden rahatsız olmaktadır.
Eğer bir gün yolunuz Bosna’ya düşerse Srebrenica'ya varmadan
birkaç kilometre beride Potocari köyü yakınlarındaki beyaz anıtın önünde
durun. Burada yaşanan katliamda
hayatını kaybeden 12 bin masumun anısına dikilen bu anıtın arkasından
kopup gelen ve bu insanların vahşi hayvanlar gibi Sırplara teslim
edilirken attıkları çığlıklar, ağlamalar, kendisini öldürüp bu
işkenceden kurtarması için arkadaşına yalvaran insanların haykırışları
bütün benliğinizi saracaktır. Bu anıtın açılması için gecesini gündüzüne
katarak çalışan Hasan’ın, ailesiyle yaptığı son konuşmalar belki de
kulaklarınızda yankılanacak, hiçbir şey yapamamanın çaresizliğiyle
birbirinden kopan anne ve oğlunun yüreğinizi parçalayan bakışmaları
gözünüzün önüne gelecektir.
Bugün terkedilmiş vaziyette bulunan BM Potocari kampının
önünden geçerken nefret ve öfkeyle karışık isyan duygusu benliğinizi
saracak, burada yaşanan zulüm biraz da yaşayacağınız suçluluk duygusuyla
birlikte burnununuzun direğini sızlatacaktır. Eğer yüreğiniz kaldırır
biraz daha ilerideki Srebrenica’ya giderseniz yolun kenarında harabeye
dönmüş fabrikalar, yıkılmış evler, camiler, tahrip edilmiş mezarlar
görürsünüz.
Adını gümüş anlamına gelen Srebren kelimesinden alan ve bir zamanlar
başta gümüş olmak üzere değerli maden rezervleriyle ve şifalı suları ile
ünlü olan bu şirin kasaba, savaş öncesi Yugoslavya'nın her tarafından
gelen insanlarla dolup taşan cıvıl cıvıl bir belde imiş. Şimdi ise
yaşadığı lanetli olayın etkisiyle olsa gerek, kasvetli bir atmosfere
bürünen kasabanın sokaklarında göreceğiniz tek tük kişilerin suratları
bomboş, dükkanlar bomboştur. Şimdi kimse artık şifalı suları için artık
buraya uğramıyor. Kasaba, 1995 yılında tarihinin en kalabalık günlerini
yaşamış, sonra o kalabalığı yollara, dağlara kusmuş. O kalabalıklar
yollarda, dağlarda yokolup gitmişler. Sırplar katliamın tüm kanıtlarını
saklamaya çalışmışlar. Batılı gazeteciler, askerler ve diplomatlar da bu
konuda onlara yardımcı olmuşlar. Ama yine de sanki her karış toprağından
bir kemik, bir ayakkabı teki, bir çürümüş ceket, bir sararmış kimlik
çıkacakmış gibi.
Bosna Savaşı ve özellikle Srebrenica katliamı Uluslararası camia
tarafından unutturulmak istenen ama asla unutmamamız gereken
trajedilerdir. Çünkü burada 12 bin insan sadece ve sadece Türk ismi
taşıdıkları için öldürüldü. Hasan’ın bir gün bana söylediği bu sözler
hala kulaklarımda çınlamaktadır. “Sırplar bizi taşıdığımız Türk
isimlerimizden dolayı öldürdüler.” Sırp ve Hırvatlar, Boşnaklar'a ’Türk’
diyorlardı ve bu insanlar, "burada Türkleri istemiyoruz, Bütün Türkleri
Türkiye’ye göndereceğiz” sloganlarıyla öldürüldüler. Bugün hala
Srebrenica’da duvarlarda katliam esnasında Sırplar tarafından yazılmış
“Sve Turci u Turciju-Bütün Türkler Türkiye’ye” sloganlarına
rastlamak mümkündür.
Hasan, Srebrenica’da yürüttüğü yiğit mücadelesiyle katliam kurbanlarının
sembol ismi haline gelmiş birisi. Adeta Don Kişot gibi karşısına aldığı
devasa Uluslararası kuruluşlara ve devletlere karşı onurlu ve haklı
mücadelesini devam ettirmektedir. Dünyanın tanınmış televizyon
kanallarında kendisiyle defalarca mülakat yapılan, sayısız konferans ve
toplantılara katılan, devlet adamlarıyla görüşen bu cesur yürek bazen en
ufak bir desteğe, en küçük bir moral takviyesine ihtiyaç duymaktadır.
Çektiği ızdırap ve karşısındaki duvar gibi ruhsuz ve duyarsız
insanlardan gördüğü tepkiler bazen onun da adeta omuzlarını
çatırdatmaktadır. Bazen kendisine yapılan, ABD’de güzel ve paralı bir iş
teklifini, sırf kendi insanlarını ve mazlum Srebrenica halkını yalnız
bırakmamak için reddetmekte ve Bosna’da yaşamaya ve mücadelesine devam
etmektedir.
Hasan belki de kampta babası ile son vedalaşmasını yaparken babasının
tembih ettiği, bu trajediyi bütün dünyaya duyurma sorumluluğunun altında
ezildiğini hissetmekte, yaptıklarının onlara karşı bir vefa borcu
olduğuna inanmaktadır. Bugün annesinin adını verdiği küçük kızı Nasiha
ve eşiyle ile birlikte Sarajevo’da yaşamakta olan Hasan’ın mücadelesi
son nefesine kadar bitecek gibi gözükmemektedir.
Birçok ünlü medya kuruluşunun kendisiyle röportaj yapıp yaşadıklarını
ekranlarına ve sayfalarına taşımasına karşın Türk medyasının aynı
duyarlılığı gösterdiğini söylemek mümkün değil. Bu katliam, Türk
medyasında yeterince anlatılmamakta, her yıl 11 Temmuz’da birkaç
satırlık haber veya yaşananlara kısa bir lanet okuma ayininden öteye
geçmemektedir.
Hasan şimdi Sırplardan, Hollandalılardan ve Fransızlardan nefret
ettiğini söylüyor. Bu nefretinde elbette haklı. Katliamda hayatını
kaybeden insanların neler hissettiğini ve birbirlerini bir daha hiç
göremeyeceklerini bile bile vedalaşmalarını, bütün dünyanın gözü önünde
katledilmelerini ve bütün dünya tarafından yapayalnız bırakılmanın
verdiği ızdırabı anlamak için Hasan’ın yaşadığı dram en çarpıcı örnek
olarak karşımızda duruyor.
Referanslar
-
http/commdocs.house.gov/committees/intlrel/hfa49268.000/hfa49268_0.HTM
-
Rohde, David (1997), Endgame: The Betrayal and
Fall of Srebrenica, Europe’s Worst
Massacre Since World War II, New York:
Farrar Stratus and Giroux.
-
War Criminals in Bosnia’s Republika Srpska,
(2 November 2000), ICG Balkans Report N° 103.
İrtibat:
dikiciali@yahoo.com