Doç. Dr.
Kamuran REÇBER
Uludağ Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
GİRİŞ
Avrupa
Birliği (AB)’nin bir sütununu oluşturan Avrupa
Topluluğu (AT), Kurucu Andlaşması’nda sosyal güvenliğe veya sosyal güvenlik
hukukuna ilişkin düzenlemeler içermektedir. Bu konuda, asli mahiyetteki bu
düzenlemelerin yanı sıra türeme norm şeklinde tesis edilen tasarrufları da AB
dolayısıyla Topluluklar hukuku içerisinde değerlendirmeye almak gerekir. AB’nin
beşinci genişleme (altıncı kategorideki bir genişleme olarak da
değerlendirilebilir) kapsamında 01.01.2007 tarihinden itibaren Bulgaristan ve
Romanya’yı tam üye olarak almasından sonra, Bulgaristan’da yaşayan veya
Bulgaristan dışında olup da Bulgar vatandaşı olan Türk soylu kişilerin AB
dolayısıyla Topluluklar hukukunun yarattığı haklardan yararlanmaları ve bu
hukukun öngördüğü çeşitli yükümlülüklere muhatap olmaları söz konusudur.
Bu
çalışmada, öncelikle AB’nin sosyal güvenliğe ilişkin asli ve türeme mahiyetteki
düzenlemeleri genel olarak sunulacak ve Bulgaristan vatandaşı olan Türk soylu
kişilerin işbu düzenlemelerden yararlanabilme durumları belirlenecek ve sonuçta
bu haklardan yararlanmanın çeşitli nedenlerle (haksız eylem veya işlemlerle)
mümkün olamaması halinde, bu kişilerin Topluluklar hukuku çerçevesinde
açabilecekleri dava türleri hakkında açıklamalar yapılacaktır. Çalışmada
tarafımızca ileri sürülen ana tez, Bulgaristan vatandaşı olan Türk soylu
kişilerin (çifte veya çok vatandaşlılık durumunda olabilirler) Topluluklar
hukuku çerçevesinde istisnalar, kısıtlamalar veya kısaca kuraldışılıkar saklı
kalmak kaydıyla sosyal haklardan yararlanabileceklerine ilişkindir. Konuyla
bağlantılı olarak değerlendirilmesi veya dikkate alınması gereken bir husus da,
daha önceden Bulgaristan vatandaşı olup da Türkiye’ye dönen ve Bulgaristan
vatandaşlığını kaybedip Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçen gerçek
kişilerin durumudur. Bu son kategorideki kişilerin özellikle Bulgaristan’da
kazanmış oldukları sosyal güvenlik haklarını Türkiye’ye transfer edip
etmeyecekleri sorunu da önem kazanmıştır. Bu husus da tarafımızca çalışmada
kısaca değerlendirmeye alınacaktır.
1. Sosyal
Güvenlik Konusundaki İşlemlerin Kapsamı
Konunun
açıklığa kavuşturulması veya sağlıklı bir analiz yapılabilmesi gayesiyle, AB’nde
sosyal güvenlik hukuku konusunda, AT Kurucu Andlaşması’nın ilgili düzenlemeleri
ve bu düzenlemelere istinaden tesis edilen türeme normları kısaca açıklamak
gerekmektedir.
1.1.
AB’nde Sosyal Güvenliğe İlişkin Asli Normlar
AT Kurucu
Andlaşması’nın giriş kısmından başlamak üzere sosyal politika ve güvenliğe
ilişkin bir çok düzenlemeyi tespit etmek olasıdır. Bunlardan önemli olan birkaç
düzenlemeye burada yer vermek uygun olacaktır. Bu anlamda, AT Kurucu
Andlaşması’nın 42. Md.’si AB Bakanlar Konseyi işçilerin serbest dolaşımını
sağlamak gayesiyle sosyal güvenlik alanında gerekli önlemleri alır ve bu amaçla
göçmen işçilere ve bakmakla yükümlü oldukları kişilerle ilgili olarak ulusal
mevzuat farklılıkları nedeniyle göz önünde bulundurulan bütün sürelerin, sosyal
yardıma hak kazanılması, bu hakkın korunması ve yardım miktarının hesaplanması
için birleştirilmesini, üye Devletlerin topraklarında ikamet eden kişilere
ödemelerde bulunulmasına imkan verecek düzenlemeler yapar.
AT Kurucu
Andlaşması’nın sosyal konulara ilişkin en önemli düzenlemeleri 136-145.Md.’ler
arasında yer almaktadır. Bu kapsamda, AT Kurucu Andlaşması’nın 136. Md:’si şu
düzenlemeyi içermektedir: “Topluluk ve üye Devletler, 18 Ekim 1961 tarihinde
Torino’da imzalanan Avrupa Sosyal Şartı ve 1989 İşçilerin Temel Sosyal
Hakları’na Dair Topluluk Şartı’nda belirtilen temel sosyal haklar gibi hakları
göz önünde bulundurarak, istihdamı ve ilerlemeyi korurken, bunlar arasında uyumu
mümkün kılacak şekilde ileri düzeyde yaşam ve çalışma koşullarının
geliştirilmesi, uygun sosyal koruma, yönetim ve işgücü arasındaki diyalog, uzun
süreli yüksek istihdamın temini ve dışlanmayla mücadele etmek amacıyla insan
kaynaklarını geliştirme hedeflerine sahiptirler.
Bu
amaca ulaşmak için Topluluk ve üye Devletler, özellikle akdi ilişkiler
alanındaki farklı ulusal uygulamaları ve Topluluk’taki rekabetin korunması
ihtiyacını dikkate alan önlemleri yürürlüğe koyarlar.
Bu
yöndeki gelişmenin, sadece sosyal sistemlerin uyumlaştırılmasını destekleyen
ortak pazarın işleyişinden değil, aynı zamanda bu Andlaşma’da yer verilen
usullerden ve yasa, tüzük ve idari eylemlerin yaklaştırılması ile meydana
geleceği kanaatindedirler”.
Bu
düzenlemeyi dikkate aldığımızda, AT, Avrupa Sosyal Şartı (03.05.1996 tarihinde
revize edilmiştir) ve İşçilerin (Çalışanların) Temel Sosyal Haklarına Dair
Topluluk Şartına açıkça atıf yaparak üye Devletlerin bu uluslararası hukuk
işlemlerine taraf olmalarını arzuladığı sonucu ortaya çıkmaktadır. 01.01.2007
tarihinde AB tam üyesi olan Bulgaristan bu uluslararası hukuk işlemlerine
taraftır. Bulgaristan 07.06.2000, Türkiye ise 24.11.1989. tarihlerinde Avrupa
Sosyal Şartına çeşitli çekincelerle taraf olmuşlardır.
Bulgaristan Avrupa Sosyal Şartı’nın 12. Md.’sinin 2. ve 4. Prg.’larını
benimsemeyip çekince koyarken, Türkiye ise bu maddeyi tümüyle kabul etmiştir.
Sosyal güvenlik hakkı başlığını taşıyan 12. Md. şu düzenlemeleri içermektedir: “Yüksek
Akit Taraflar, sosyal güvenlik hakkının etkin işleyişini sağlamak gayesiyle:
1. Bir
sosyal güvenlik rejimi kurmayı ve sürdürmeyi;
2. Avrupa
Sosyal Güvenlik Kodu’nun onaylanması için en azından gerekli olan tatmin edici
düzeyde bir sosyal güvenlik rejimini sürdürmeyi;
3. En yüksek
düzeyde bir sosyal güvenlik rejimine tedricen ulaşmaya gayret etmeyi;
4.Uygun
ikili veya çok taraflı anlaşmalar akdederek veya başka yollarla ve bu
anlaşmalarda benimsenen koşulların ihtiyati kaydıyla:
a. Korunan
kişilerin ne suretle olursa olsun yer değiştirmeleri sırasında, sosyal güvenlik
mevzuatından doğan avantajların korunması dahil olmak üzere sosyal güvenlik
hakları ile ilgili olarak Yüksek Akit Tarafların kendi vatandaşları ve diğer
Akit Tarafların vatandaşları arasında eşit muamele görmelerini;
b. Akit
Taraflardan her birinin mevzuatına uygun olarak yapılan sigorta ve çalışma
sürelerinin birleştirilmesi yoluyla sosyal güvenlik haklarının aktarılması,
sürdürülmesi ve yeniden başlatılmasını sağlamak için önlemler almayı;
taahhüt ederler”.
Bulgaristan bu maddenin 2. ve 4. Prg.’larını kabul etmemiştir. Bu durumda
maddeyi bir bütün olarak kabul eden Türkiye’nin aşağıda sunacağımız gibi
Bulgaristan’ı bu Şarta ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmeye zorlaması güç
gözükmektedir.
AT Kurucu Andlaşması’nın 137. Md.’si de sosyal politika veya
güvenlik konusunda önemli düzenlemeler içermektedir. Bu madde, AT üyesi
Devletlerin şu faaliyetlerini desteklemeyi ve tamamlamayı taahüt etmiştir:
işçilerin sağlık ve güvenliğini korumak için özellikle çalışma ortamının
iyileştirilmesi; çalışma koşulları; işçilerin sosyal güvenliği ve korunması; iş
akdinin feshedilmesi halinde işçilerin korunması;
işçilerin bilgilendirilmesi ve işçilere danışılması; ortak yönetim de dahil
işveren ve işçilerin çıkarlarının kollektif savunulması ve temsil edilmesi;
Topluluk sınırları içinde düzenli olarak ikamet eden üçüncü Devlet
vatandaşlarının istihdam koşulları; işgücü pazarından dışlanan kişilerin
entegrasyonu; işgücü pazarı fırsatları ve işyerinde muamele açısından kadınlar
ve erkekler arasında eşitlik; sosyal dışlanma ile mücadele; sosyal güvenlik
sisteminin modernizasyonu. Bu amaçla AB Bakanlar Konseyi, yenilikçi yaklaşımları
sağlamaya çalışma ve deneyimleri değerlendirme, en iyi uygulamaları ve bilgi
değişimini geliştirme ve bilginin arttırılması yöntemleri aracılığıyla, üye
Devletlerin yasa ve düzenlemelerinin uyumlaştırılması hariç olmak üzere, üye
Devletler arasında işbirliğinin teşvikine yönelik önlemleri kabul edebilir. Bu
konuda AB Bakanlar Konseyi, yönergeler aracılığıyla, her üye Devletin koşulları
ve teknik düzenlemelerini göz önüne alarak, kademeli olarak uygulanabilir asgari
talimatları karara bağlayabilir. Bu yönergeler, küçük ve orta ölçekli
işletmelerin kurulmasına ve gelişmesine engel olmayacakları gibi idari, mali ve
hukuki güçlük de empoze etmekten kaçınırlar. Fakat, AT Kurucu Andlaşması’nın
137. Md.’si’nin 4. Prg.’ı, üye Devletlerin egemen yetkilerini korumalarını
sağlayacak şekilde düzenlenmiştir. Bu anlamda, AT Kurucu Andlaşması’nın 137.
Md.’sinde kabul edilen
düzenlemeler, üye Devletin sosyal sisteminin temel ilkelerini belirleme hakkına
ve mali dengenin hassasiyetine etki etmemesi ve üye Devletin bu Andlaşma ile
uyumlu olan daha sıkı koruyucu önlemler almasını veya sürdürmesine engel
oluşturmaması ilkelerine dayandırılmıştır.
AT Kurucu
Andlaşması itibarıyla sosyal politika veya güvenliğe ilişkin önemli
diyebileceğimiz düzenlemelerden diğerleri 138., 139., 140., 141., 142., 143.,
144 ve 145. Md.’lerde hükümselleştirilmiştir. Örneğin bu düzenlemelerden 140.
Md. itibarıyla, Komisyon, üye Devletler arasındaki işbirliğini teşvik etmekte,
istihdam, iş hukuku ve çalışma koşulları, temel ve ileri seviyede mesleki
eğitim, sosyal güvenlik, meslek hastalıklarının ve kazalarının önlenmesi,
mesleki sağlık, dernek kurma ve işverenler ile işçiler arasında toplu pazarlık
konularında eylemlerin eşgüdümünü kolaylaştırmaya çalışmaktadır. Bu amaçla,
Komisyon, üye Devletlerle çalışmalar yaparak, görüşler beyan ederek ve gerek
ulusal düzeydeki gerek uluslararası organizasyonları ilgilendiren sorunlar
hakkında istişarelerde bulunarak yakın temas halinde hareket etmeye gayret
göstermektedir.
AT Kurucu Andlaşması’nın 144. Md.’si, Avrupa Parlamentosu’na danıştıktan sonra
AB Bakanlar Konseyi’ne, Komisyon ile üye Devletler arasında sosyal koruma
konusunda işbirliğinin geliştirilmesi gayesi ile istişari nitelikte görev
üstlenecek bir “Sosyal Koruma Komitesi” kurma yetkisi vermiştir. Sosyal
Komite’nin görevleri şunlardır: Topluluk ve üye Devletlerde sosyal koruma
politikalarının gelişimini ve sosyal durumu takip etmek; üye Devletler arasında
ve Komisyon ile bilgi, deneyim ve en iyi uygulama değişimlerini kolaylaştırmak;
AT Kurucu Andlaşması’nın 207. Md.’sine halel gelmemek üzere, AB Bakanlar
Konseyi’nin veya Komisyon’un talebi üzerine veya kendi inisiyatifiyle, raporlar
hazırlamak, görüş oluşturmak veya yetki alanındaki diğer işleri yapmaktır. Her
üye Devlet ve Komisyon, Komite’ye iki üye atamaktadır.
2. AB’nde
Sosyal Güvenliğe İlişkin Türeme Normlar
Sosyal
güvenlik konusunda, 14.06.1971 tarih ve 1408/71 sayılı ve daha sonra defalarca
değiştirilen AB Bakanlar Konseyi (eski adıyla Avrupa Toplulukları Konseyi)
Tüzüğü ile 21.03.1972 tarih ve 574/72 sayılı yine defalarca değiştirilen ve
1408/71 sayılı Tüzüğün uygulanmasına ilişkin diğer bir AB Bakanlar Konseyi
Tüzüğü bulunmaktadır. Değişiklikler, çoğu kez sosyal güvenlik ve sosyal
yardımları bir arada içeren şekilde yapılmıştır. Bununla beraber mevcut yasal
durum sosyal güvenlik alanında genel bir sistem getirmemekte, farklı sistemlerin
varlığına imkan vermektedir. Bu durumda, işçi bu farklı sistemlerden birine
dayanarak sosyal güvenlik hakkını elde edebilmektedir. İşçi veya sadece üye
Devlet ulusal hukukuna veya ulusal hukuk yanında AT Kurucu Andlaşması’nın 42.
Md.’sine dayanabilmektedir. Ayrıca, aile yardımları konusunda ise 1408/71 sayılı
Tüzüğü değiştiren AB Bakanlar Konseyi’nin 30.10.1989 tarih ve 3427/89 sayılı
Tüzüğü de hatırlatmak gerekmektedir. Diğer yandan, AB Bakanlar Konseyi’nin AT
bünyesinde işçilerin serbest dolaşımı ile ilgili 15.10.1968 tarihinde tesis
ettiği Tüzük de sosyal güvenlik kapsamında değerlendirilmesi gereken diğer bir
türeme norm olmaktadır.
Yukarıda
belirttiğimiz Tüzüklerin hükümleri uyarınca Avrupa Toplulukları yargısında
(Avrupa Toplulukları Adalet Divanı/ATAD ve bu Divana bağlı olarak kurulan Avrupa
Toplulukları İlk Derece Mahkemesi/ATİDM) açılmış pek çok dava bulunmaktadır.
Ancak şu hususu da belirtmek gerekir ki, AB’nde sosyal güvenlikte ve sosyal
avantajlarda eşit muamele ilkesinin hakim kılınması temel ilke olarak
benimsenmektedir.
AB
dolayısıyla Topluluklar hukukunda sosyal güvenliğe ilişkin ulusal mevzuatların
eşgüdümünü gaye edinen düzenlemelerin ikili bir işlevi olduklarını belirtmek
gerekir. Bu düzenlemeler, bir yandan işçiler ve serbest meslek sahipleri ile
onların bakmakla yükümlü oldukları kişilerin üye Devletlerde sosyal güvenceye
kavuşturulmasını, öte yandan AT Kurucu Andlaşması’nın 12. Md.’sinde yer alan,
üye Devlet vatandaşları arasında ayrımcılık yasağına uymayı hedeflemektedir.
Belirttiğimiz bu gayeler kapsamında AB dolayısıyla Topluluklar hukukunda gerek
asli gerek türeme normlar dikkate alındığında sosyal güvenliğin kapsamını
açıklamak kısaca alt başlıklar şeklinde açıklamak veya genel ve soyut anlamda
tespitlerde bulunmak uygun olacaktır.
2.1.
Sosyal Güvenlik Yardımları Kavramı
Topluluklar hukukunun asli veya türeme normlarında sosyal güvenlik yardımları
genel ve soyut olarak belirlenmiştir. Bu husus türeme normlarda (özellikle
tüzükler aracılığıyla) daha kapsamlı olarak düzenlenmiştir. Gerek asli normlar
gerek türeme normlarda sosyal güvenlik yardımlarından yararlanacak olan süjeler
(işçi, emekli, eş ve çocukları vb.) ile bu konuda yükümlülüğe sahip olan gerçek
veya tüzel kişiler hakkında açıklayıcı bilgiler veya tanımlamalar mevcuttur.
2.2.
Sosyal Güvenlik Kapsamında Bulunan Kişiler
14.06.1971 tarihinde AB Bakanlar Konseyi tarafından benimsenen 1408/71 sayılı
Tüzüğün sadece işçiler için değil aynı zamanda serbest meslek sahipleri
açısından da uygulanmaya başlanmasının ardından sosyal güvenlik kapsamında yer
alan kişilerin kapsamı da genişlemiştir. Bu kişiler şunlardır: işçi, serbest
meslek sahibi üye Devlet vatandaşları, bunların bakmakla yükümlü olduğu kişiler,
üye Devletlerde işçi veya serbest meslek sahibi olarak çalışan sığınmacılar,
vatansızlar ve bunların bakmakla yükümlü oldukları kişilerdir.
Ayrıca
öğrenciler de bu kapsam içerisinde değerlendirmeye alınmıştır. Sosyal güvenlik
kapsamında değerlendirilen bu kişilerin mirasçıları ve kamu görevlileri ile
ilgili ulusal mevzuatın bu nitelikte gördüğü kişiler de yardımların
yararlanıcısı durumundadır.
2.3.
Yardımlar
AB
Bakanlar Konseyi’nin benimsediği 1408/71 sayılı Tüzük gereğince usulüne uygun
olmak kaydıyla öngörülen sosyal güvenlik yardımlarından bazıları üye
Devletlerden Topluluk yardımları olarak istenebilmektedir. Bunlar, hastalık ve
hamilelik yardımları, çalışma yeteneğinin geliştirilmesi veya korunması için
verilenler de dahil olmak üzere malullük yardımları, yaşlılık ve destekten
yoksun kalma yardımları, işyeri kazası veya işyeri hastalığı sonucu verilen
yardımlar, ölüm tazminatları, işsizlik ve aile yardımları, öksüz ve yetimlere
yönelik yardımlar, sosyal güvenlik sigortasından yararlananların bakmakla
yükümlü oldukları çocuklarına ödenen yardımlar vb. olmaktadır.
2.4.
Uygulanacak Hukuk
İşçiler
veya serbest meslek sahipleri, başka üye Devlette ikamet etseler veya işyeri
merkezi başka Devlette olsa dahi, çalıştıkları yerin hukukuna tâbidirler.
1408/71 sayılı Tüzüğün 10. Md.’sine göre (Tüzüğün aksi yöndeki düzenlemeleri
hariç olmak üzere), yararlanıcının başka bir üye Devlette ikamet etmesi ve
ödemeyi yapacak kurumun diğer bir üye Devlette kalması halinde, bir veya daha
fazla üye Devletin mevzuatına istinaden kazanılmış bazı sosyal güvenlik
yardımlarının (yaşlılık, ölüm, sakatlık, işyeri kazası veya mesleki hastalık
yardımları) ne geri alınması, ne kaldırılması, ne indirilmesi ne de değişikliğe
maruz kalması söz konusu olamamaktadır.
2.5.
Sigorta Sürelerinin Birlikte Hesaplanması
AT Kurucu
Andlaşması 42. Md.’sinde öngörülen, üye Devletlerde sigortalı olarak geçirilen
sürelerin sosyal güvenlikten yararlanmada dikkate alınması ilkesi, AB Bakanlar
Konseyi’nin 574/72 sayılı Tüzüğünde ayrıntılı biçimde düzenlenmiştir. Buna göre,
hastalık ve hamilelik, malullük, yaşlılık ve ölüm ile işsizlik yardımlarının
hesaplanmasında, üye Devletlerin yetkili kurumları diğer üye Devletlerde
sigortalı olarak geçen süreleri kendi ulusal mevzuatlarına göre tamamlamış
süreler gibi ele alacaklardır.
3.
Bulgaristan Vatandaşı Türk Soylu Kişilerle Daha Önceden Bulgaristan Vatandaşı
Olup Sonradan Türk Vatandaşlığına Geçenlerin AB Sosyal Güvenlik Hukuku
İtibarıyla Sosyal Güvenlik Haklarından Yararlanabilme Durumları
Bulgaristan’ın AB’ne tam üye olması ile birlikte AB dolayısıyla
Topluluklar hukukuna kuraldışılıklar veya istisnalar hariç olmak üzere tam
anlamıyla muhatap olması söz konusudur. Bu anlamda, şu anda Bulgaristan
vatandaşı olan kişiler yukarıda belirttiğimiz Topluluklar hukukunun asli ve
türeme normlarından kaynaklanan haklardan doğal olarak yararlanmaları
gerekmektedir. Bu doğrultuda Bulgaristan vatandaşı olan Türk soylu kişilerin de
bu haklardan yararlanması doğal olmaktadır. Ancak, burada sorgulanması gereken
hususları Bulgaristan bağlantılı olarak üç gruba ayırarak incelemek uygun
olacaktır.
3.1.
Bulgaristan Vatandaşı Olan Türk Soylu Gerçek Kişiler
Bulgaristan vatandaşı olan Türk soylu kişiler, diğer Bulgar vatandaşları gibi
Topluluklar hukukunun sosyal güvenlik konusunda garanti ettiği tüm haklardan
yararlanırlar. 25.04.2005 tarihinde imzalanan Katılım Andlaşması ile Bulgaristan
ve Romanya 01.01.2007 tarihinde AB’ne üye olacaklardır. Konumuz itibarıyla bizi
ilgilendiren en önemli husus, bu Devletlerin AB’ne Katılmasına İlişkin Sened’in
23. Md.’si gereğince bu Devletlere yönelik AB müktesebatı’nın belirli
kısımlarına ilişkin geçiş aşamalarının veya kısıtlamaların öngörülmesidir. Bu
geçiş veya kısıtlamalara doğal olarak Bulgaristan vatandaşı olan Türk soylu
kişiler de muhatap olacaklardır.
Katılım
Andlaşması’nın VI No’lu EK’inde bu geçiş veya kısıtlamaların neler olduğu
detaylı bir şekilde verilmektedir. Örneğin bu EK’in 2 No’lu Prg.’ında, “1612/68
No’lu Tüzüğün 1-6. Md.’lerine istisna olarak ve katılımdan itibaren iki yıllık
sürenin sonuna kadar mevcut üye Devletler, serbest dolaşım konusunda kendi
çalışma piyasalarına Bulgaristan vatandaşlarının girişini düzenleyen iki taraflı
Andlaşmalardan kaynaklanan önlemleri veya ulusal önlemleri uygulayacaklardır.
Şimdiki üye Devletler, katılım tarihinden sonraki beş yılın sonuna kadar bu
önlemleri uygulamayı sürdürebilirler. Dokuz aydan fazla veya kesintisiz olarak
buna eşit olan bir süre için bir üye Devletin çalışma piyasasına kabul edilen ve
katılım tarihinde bir üye Devlette yasal olarak kesintisiz çalışan Bulgaristan
vatandaşları, kendi ulusal önlemlerini uygulayacak diğer üye Devletlerin çalışma
piyasaları hariç olmak üzere, bu Devletin çalışma piyasasına girme hakkından
yararlanabileceklerdir. Katılımdan sonra kabul edilen ve yukarıdaki süre şartını
yerine getirenler de aynı haklardan yararlanabilirler. Kendi istekleri ile iş
piyasasından ayrılanlar bu haklarını kaybederler...”.
Bu
düzenleme dikkate alındığında, Bulgaristan vatandaşı olan Türk soylu kişiler ile
hem Bulgaristan vatandaşı hem de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan kişilerin de
bahsi geçen geçiş veya kısıtlayıcı hususlara tâbi olmaları kaçınılmaz
olmaktadır.
3.2.1.
Bu Kategoride Bulunan Kişilerin Bulgaristan Aleyhine Başvurabilecekleri Hukuki
Yollar
Bulgaristan vatandaşı olan Türk soylu kişilerin sosyal güvenlik
kapsamında yararlanabilecekleri hakların Topluluklar hukuku itibarıyla prensip
olarak AB üyesi Devletlerin ülkesi üzerinde geçerli olduğunu belirtmek gerekir.
Bu anlamda, Bulgaristan vatandaşı Türk soylu kişilerin Türkiye’de belirli bir
süre içerisinde ikamet etmeleri veya 2527 sayılı ve 25.091981 tarihli Türk Soylu
Yabancıların Türkiye’de Meslek ve Sanatlarını Serbestçe Yapabilmelerine, Kamu,
Özel Kuruluş veya İşyerlerinde Çalıştırılabilmelerine İlişkin Yasa kapsamında
çalışmaları halinde, Bulgaristan’da daha önceden kazanmış oldukları sosyal
güvenlik haklarını (sigorta, prim vb.) Türkiye’ye transfer etmeye çalışmaları
büyük boyutlarda Bulgaristan’ın iznine tâbi olmaktadır. Bu konuda Topluluklar
hukukunun gerek asli gerek türeme normları açık bir düzenleme getirmemektedir.
Konuya ilişkin olarak bu hususta Türkiye’nin Bulgaristan nezdinde girişimde
bulunarak uluslararası hukuk kurallarına uygun olarak bir akit kapsamında bu
kategorideki kişilerin sosyal güvenlik haklarını Türkiye’ye transfer ettirmesi
mümkündür.
Yukarıda kimi hükümlerini aktarmaya çalıştığımız Avrupa Sosyal
Şartı’nın 12. Md.’sinin 4. Prg.’ının b bendi bu konuda bir düzenleme
getirmektedir. Bu düzenlemede Şarta taraf olan Devletlere, her birinin
mevzuatına uygun olarak yapılan sigorta ve çalışma sürelerinin birleştirilmesi
yoluyla sosyal güvenlik haklarının aktarılması, sürdürülmesi ve yeniden
başlatılmasını sağlamak için önlemler alma yükümü getirmektedir. Ancak
hatırlatmak gerekir ki Bulgaristan bu düzenlemeyi kabul etmemiştir. Bu durumda
Bulgaristan’ı hukuken bu yükümü yerine getirmeye zorlamak mümkün
gözükmemektedir. Kaldı ki Türk soylu olan bu kişiler AB üyesi bir Devlette
çalışmamaktadırlar, ikamet etmemektedirler veya ikametgah sahibi
olmamaktadırlar. Eğer, bu kişiler AB üyesi bir Devletin ülkesinde çalışmış
olsalardı ve Topluluklar hukukunun öngördüğü haklardan Bulgaristan’ın
kendilerini yararlandırmaması söz konusu olsaydı, Topluluklar mevzuatı
itibarıyla AB Komisyonu’na ve AB Bünyesindeki Ombudsman’a Bulgaristan’ı şikayet
etme hakları olabilirdi. Bu durumda da, bu şikayetin haklı görülüp Komisyon
tarafından AT Kurucu Andlaşması’nın 226-228. Md.’lerinde öngörülen prosedüre
göre Bulgaristan aleyhine bir ihlal davasına konu edinilebilirdi. Ancak, bu
kişilerin Türkiye’de bulunmaları nedeniyle bahsettiğimiz şikayet hakları olmakla
birlikte, Komisyon’un Bulgaristan’ı uyarması veya bu Devletin aleyhine Avrupa
Toplulukları Adalet Divanı’nda bir ihlal davası açması güç gözükmektedir. Böyle
olmakla birlikte bu durumda olan gerçek kişilere büyük külfet getirmemesi
nedeniyle bu yolun denenmesi gerekir.
3.2.
Bulgaristan ve Türk Vatandaşı Olan Gerçek Kişiler (Çifte Vatandaş Olanlar)
Bu kategoride bulunan kişiler de yukarıda açıkladığımız gibi
Bulgaristan vatandaşı olmaları nedeniyle Topluluklar hukukunun sosyal politika
veya güvenlik konusunda öngördüğü haklardan yararlanabilirler. Zira, bu kişiler
Türk vatandaşı olmalarına rağmen aynı zamanda Bulgaristan vatandaşlığına sahip
olmaları nedeniyle bu haklarını yukarıda belirttiğimiz kuraldışılıklar saklı
kalmak kaydıyla kullanabilmektedirler.
3.2.1. Bu
Kategoride Bulunan Kişilerin Bulgaristan Aleyhine Başvurabilecekleri Hukuki
Yollar
Hernekadar uluslararası özel hukuk itibarıyla her ferdin tek
vatandaşlığı olmalıdır ilkesi genel olarak benimsenmiş de olsa, bu ilkeye aykırı
olabilecek nitelikte çifte vatandaşlık veya çok vatandaşlılık olgusuna sıklıkla
rastlanabilmektedir. Bu anlamda hem Türk hem de Bulgar vatandaşı olan gerçek
kişilerin Türkiye’de ikamet etmeleri veya ikametgah sahibi olmaları halinde,
Bulgaristan’da iken kazanmış oldukları sosyal güvenlik haklarını Türkiye’ye iade
etmeleri hususu büyük boyutlarda Bulgaristan’ın göstereceği olumlu irade ile
mümkün olabilir. Zira, yukarıda sadece Bulgaristan vatandaşı olup Türk soylu
kişiler için açıklamaya çalıştığımız hususlar çifte vatandaş olanlar için de
geçerlidir. Hukuksal açıdan bu kişilerin Bulgaristan’ın Topluluklar hukukunu
ihlal ettiği gerekçesiyle AB Komisyonu’na ve Ombudsman’a şikayette bulunma
hakları her zaman vardır. Ancak belirttiğimiz gibi bu yoldan olumlu bir sonuç
elde etmek de güç gözükmektedir.
Türkiye’nin Bulgaristan’ı ikna ederek Türkiye’ye yerleşmiş gerek Türk gerek
Bulgar vatandaşı olan kişilerin sosyal güvenlikle ilgili kazanılan haklarını
Türkiye’ye transfer ettirmeye çalışması, benimsenmesi gereken klasik bir
yöntemdir. 04.10.1998 tarihinde imzalanan ve 1999 yılının ilk yarısında
yürürlüğe giren Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Bulgaristan Cumhuriyeti Arasında
Bulgaristan Emekli Aylıklarının Türkiye’de Ödenmesine İlişkin Anlaşma bu konuda
verilebilecek önemli bir örnektir. Bu tür uluslararası hukuk işlemlerinin sosyal
güvenliğin diğer unsurlarını kapsayacak şekilde yapılması da gerekli olmaktadır.
Bahsi geçen anlaşmaya istinaden Bulgaristan tarafı, 01.05.1989 tarihinden sonra
Türkiye'ye göç etmiş kişilere görev süresi, yaşlılık, malullük ve iş kazasından
veya meslek hastalığından dolayı malullük emekli aylıkları ile Bulgaristan
emeklilik mevzuatına göre söz konusu türlerden ölüm aylıklarını da Türkiye’ye
ödemeyi üstlenmiştir. Bulgaristan Emeklilik Kanunu’na göre, 01.05.1989
tarihinden sonra emeklilik hakkını kazanmış, ancak henüz kendilerine aylık
bağlanmamış kişiler, iki dilde düzenlenen form-dilekçe ve aylık bağlanması
gerekli tüm Bulgaristan belgelerinin asıllarını ibraz etmeleri halinde, emekli
maaşı bağlanabilmektedir.
3.3. Daha
Önceden Bulgaristan Vatandaşı Olup Sonradan Türk Vatandaşlığını Kazanan Gerçek
Kişiler
Bu
kategoride bulunan kişilerin Topluklular hukukunun yukarıda kısaca açıklamaya
çalıştığımız düzenlemelerinden yararlanmaları mümkün değildir. Ancak bu
kişilerin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaları nedeniyle Türkiye ile AT
arasında Ankara Anlaşması ile kurulan ve daha sonra Katma Protokol, 1/95 Sayılı
Gümrük Birliği Kararı vb. tasarruflarla geliştirilen ortaklık mevzuatından
yararlanmaları mümkündür.
Daha
önceden Bulgaristan vatandaşı olup Türkiye’ye gelen ve şu anda sadece Türk
vatandaşı olan gerçek kişilerin Bulgaristan’da bulundukları sırada yasal olarak
kazanmış oldukları sosyal güvenlik haklarının Türkiye’ye iade edilebilmesinin
metotlarından en önemlisi Türkiye ile Bulgaristan’ın kendi aralarında
uluslararası hukukun öngördüğü şekil ve şartlara göre anlaşmalarıdır. Türkiye
ile Bulgaristan yapacakları bir uluslararası hukuk işlemiyle (anlaşma, sözleşme
vb.) bu hakların Türkiye’ye transferini sağlayabilirler. Ancak, bu hususun
gerçekleşebilmesi için Bulgaristan’ın olumlu bir irade içerisinde olması
gerekir.
Bu
kategoride veya yukarıda bahsettiğimiz hem Türk hem de Bulgar vatandaşı olan
gerçek kişilerin, ortaklık mevzuatı, Avrupa Toplulukları hukukunda benimsenen
önkarar yöntemini öngörmemesine rağmen, belirli durumlarda ortaklık mevzuatına
muhatap olan gerçek ve tüzel kişilerin bu önkarar yöntemine müracaatı mümkün
hale gelmiştir. Ankara Anlaşması ve Katma Protokol’ün ortaklık mevzuatı olarak,
ATKA’nın 300. ve 310. Md.’leri gereğince bağıtlı Devletlerin yanı sıra, AT adına
AB Bakanlar Konseyi’nin de tasarrufu ile yapılmış ve yürürlüğe girmiş hukuki
işlemler olması nedeniyle, Avrupa Toplulukları hukukundan ayrı düşünülmemesi
gerekir. Bu anlamda, Türkiye Cumhuriyeti uyrukluğundaki gerçek ve tüzel
kişilerinin Avrupa Toplulukları üyesi Devletlerin Devlet ülkelerindeki ulusal
yargı organları önünde muhatap oldukları davalarda, ortaklık mevzuatına
istinaden tesis edilen tasarrufların bu davaya tatbik edilmesi halinde, işbu
tasarruflara yönelik ATKA’nın 234. Md.’sine istinaden ATAD’ndan önkarar
isteminde bulunulabilir.
Topluluklar hukuku itibarıyla, ATAD, önkarar yönteminde kendi yargı yetkisinde
olan konulara, sadece Kurucu Andlaşmalar’ın ilgili hükümlerini değil, aynı
zamanda Kurucu Andlaşmaların eklerinin, Protokollerin, AB’ne, dolayısıyla Avrupa
Toplulukları’na Katılım Andlaşmaları’nın, Topluluklarla üçüncü tarafların
yaptıkları andlaşmaların (ticaret ve gümrük andlaşmaları vb.), Kurucu
Andlaşmalar’da değişiklik yaratan Andlaşmaların (örneğin Fusion Andlaşması)
düzenlemelerini de dahil etmektedir. Ayrıca, Topluluklar kurumları tarafından
tesis edilen tasarruflar da, önkarar yöntemi itibarıyla ATAD tarafından
yorumlanabilirler. Hatta kimi durumlarda, ATAD, Ortaklık Anlaşmaları’nın ve
Katma Protokollerin kimi düzenlemelerini, Topluluklar kurumlarının
tasarruflarının yorumu ve geçerliliği kapsamında değerlendirerek, önkarara
ilişkin yetkisini bu düzenlemelere de teşmil etmektedir. Ayrıca, Avrupa
Toplulukları kurumlarının, kendi aralarında yaptıkları sözleşmelerin yorumu,
ilkesel bazda önkarar yönteminin dışında kalmasına rağmen, işbu sözleşmeler
itibarıyla ATAD’nın yetkilendirilmesi durumunda ATAD, önkarar yöntemi ile yargı
yetkisini kullanabilir.
ATKA’nın
234. Md.’si düzenlemeleri uyarınca belirlenen konularda Topluluk hukukunun
uygulanması, geçerliliği veya Topluluk hukukuna ait herhangi bir sorunun veya
uyuşmazlığın ulusal yargı organları önünde ileri sürülmesi halinde, ilgili
ulusal yargı organı ATAD’nın önkararına başvurabilir. Sorunun veya uyuşmazlığın
bir üye Devletin ilk derece veya istinaf mahkemesinin önünde açılan davada söz
konusu olması halinde, bu ulusal yargı organı, davaya ilişkin kararını tesis
edebilmek için önkarara gereksinim duyarsa, bu konuda ATAD’nın önkarar
yöntemiyle yorum kararına başvurabilir. Burada, üye Devletin ulusal yargı
organı, sorunu önkarar yöntemine sunmada bir serbestliğe sahiptir.
Bir üye
Devletin, bir üst derece yargı organı, yani kararlarına karşı kanun yolu kapalı
olan organ, kendi önünde devam eden davada, önkarara ilişkin bir durumun ortaya
çıkmasıyla birlikte, sorunu kesinlikle ATAD’nın önkarar yetkisine götürmek
zorundadır. Burada, üst derecedeki ulusal yargı organının, kendi önünde süren
bir davada ortaya çıkan problemi, ATAD’nın önkarar prosedürüne sunma
zorunluluğu, aslında davaya taraf olanlara hukuksal bir güvence de
sağlamaktadır. Zira, bu yargı organının kararı, iç hukuk itibarıyla temyizi
kabil değildir.
Bu yöntem,
bir yandan üye Devletlerin gerçek ve tüzel kişileri tarafından, diğer yandan da
Topluluklar hukukuna üçüncü kişi durumunda olan üçüncü Devletlerin gerçek ve
tüzel kişileri tarafından kullanılabilmektedir. Bu yöntemi, AB üyesi Devletlerin
ülkelerinde yasal prosedüre uygun olarak yaşayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti
uyrukluğunu taşıyan gerçek kişiler sıkça kullanmaktadırlar. Türkiye Cumhuriyeti
Devleti uyrukluğunu taşıyan gerçek kişiler, ortaklık mevzuatından kaynaklanan
haklarına yönelik bulundukları Devlet tarafından hukuka aykırı işlem yapılması
veya eylemde bulunulması halinde, haklarını koruma amaçlı olarak ikamet
ettikleri yerdeki yetkili ulusal yargı organlarına müracaat etmektedirler.
Ortaklık mevzuatı, ATAD tarafından Topluluklar hukukunun bir parçası olarak
kabul edildiğinden, bu mevzuatın yorumlanması ve uygulanması hususunda bir
sorunun veya uyuşmazlığın AB üyesi Devletin ulusal yargı organının önüne gelmesi
halinde, bu yargı organı sorunu ATAD’na göndermekte ve ATAD’nın bu konudaki
bağlayıcı olan görüşünü aldıktan sonra soruna veya uyuşmazlığa ilişkin kararını
vermektedir.
Yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığımız yöntemin yanı sıra, uygulanması mümkün
olabilen, ancak pozitif sonuç alma konusunda garanti veremeyeceğimiz bir
yöntemin daha olduğunu ileri sürebiliriz. Özellikle gerçek kişilerin bu yöntemi
denemeleri veya zorlamaları gerekmektedir. Bu yöntem, Türkiye Cumhuriyeti Devlet
ülkesi üzerinde yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı her fert tarafından
kullanılabilir. Bu yöntemi hayal ürünü olan bir örnekle açıklamaya çalışalım:
Bursa’da
ikamet eden ve aynı zamanda ikametgahı Bursa’da olan Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı 23 yaşındaki Nurgül Özcan, Fransa’ya çalışmak amacıyla gitmek
istemektedir. Bu amaçla, Fransa Cumhuriyeti’nin İstanbul’daki Konsolosluğuna
müracaat ederek vize almayı amaçlamış, ancak Konsolosluk kendisine çeşitli
nedenler ileri sürerek vize verilmeyeceğini yazılı olarak beyan etmiştir. Burada
yazılı olarak beyan edilen işlem, sonuçta bir idari tasarruftur. Bu işlemi tesis
eden, Fransa Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’na bağlı bir birim olan Fransız
Konsolosluğudur. Bu işlem, Nurgül Özcan’ın Fransa’ya gitme istemine karşılık
menfi anlamda tesis edilmiştir. Nurgül Özcan’ın, çıkarları bu işlem nedeniyle
menfi yönde etkilenmiştir. Nurgül Özcan, eğer Fransa’da bu Devletin iç hukuk
düzenlemelerine uygun olarak ikamet etseydi veya yaşasaydı, yukarıda verdiğimiz
dava örneklerinde olduğu gibi, yetkili İdari Mahkemeye müracaat ederek bu
işlemin iptalini isteyebilirdi. Ancak, biz biraz zorlama da olsa bu yolun açık
olduğunu iddia etmekteyiz. Zira, Nurgül Özcan, aleyhine tesis edilen bu işlemin
iptali için, yetkilendireceği AB üyesi Devletlerinin birinin uyrukluğunda olan
bir gerçek kişi veya pratik çözüm sağlamak gayesiyle, Fransa Cumhuriyeti
uyrukluğundaki bir avukat aracılığıyla, yetkili bir Fransız İdare Mahkemesine
müracaat edebilir.
Nurgül
Özcan’ın müracaat dilekçesinde, ATAD tarafından Topluluklar hukukunun bir
parçası olarak kabul edilen, örneğin Katma Protokol’ün 36. Md.’si gerekçe olarak
sunulabilir. Katma Protokol’ün 36. Md.’si şu şekildedir: “Türkiye ile
Topluluk üyesi Devletler arasında
işçilerin serbest dolaşımı, Ortaklık Anlaşması'nın 12. Md.’sinde yer alan
ilkelere uygun şekilde, Anlaşma'nın yürürlüğe girişinden sonraki onikinci yılın
sonu ile yirmiikinci yılın sonu arasında kademeli olarak gerçekleştirilecektir.
Ortaklık Konseyi bu konuda gerekli usulleri kararlaştıracaktır”.
Hernekadar, belirttiğimiz 36. Md.’ye ilişkin işçilerin serbest dolaşımının
yürürlük kazanması konusunda, Ortaklık Konseyi gerekli veya yeterli kararları
tesis etmemişte olsa, dava dilekçesinde bu husus ileri sürülebilir. Örnek olay
kapsamında, yetkili Fransız İdare Mahkemesi, ATKA’nın 234. Md.’sine istinaden
ATAD’ndan veya yeni 225. Md.’sinin 3. Prg.’ı itibarıyla yetkilendirilme halinde
Avrupa Toplulukları İlk Derece Mahkemesi (ATİDM)’nden önkarar isteminde
bulunabilir. Önkarar yöntemine başvurulmamasının çeşitli nedenleri olabilir.
Ortaklık
Konseyi, Katma Protokol’ün 36. Md.’sinde bahsi geçen işçilerin serbest dolaşımı
konusunda gerekli kararları tesis etmemiş veya edememiştir. Bu nedenle, ATAD’nın
önkararında menfi bir görüş vermesi güçlü bir ihtimal olarak düşünülebilir. Bu
konuda, yukarıda belirttiğimiz Meryem Demirel kararının 23 No’lu Prg.’ında ATAD,
Ankara Anlaşması’nın “12. ve Katma Protokol’ün 36. Md.’lerinin incelenmesi,
bunların
esas itibarıyla program belirleyici olduklarını, işçilerin dolaşımını kesin ve
şarta bağlı olmaksızın düzenleme hususunda yeterli olmadıklarını ortaya koyar”
görüşünü benimsemiştir. Bu görüş itibarıyla diyebiliriz ki, büyük olasılıkla bu
kapsamda açılacak davalara istinaden ATAD, tesis edeceği önkararında, bu hususu
tekrarlama yoluna gidecektir. Diğer yandan, davanın takibi için, avukat
tutulması vb. hususların getireceği mali külfetler de bu tür davaların açılması
konusunda engelleyici unsurlar olarak değerlendirilebilir.
Diğer yandan, özellikle özel hukuk kişilerinin, bu bağlamda Türk özel hukuk
kişilerinin de hak aramalarında önemli bir dava yolu, AT organlarının
Andlaşmalara istinaden kullandıkları genel karakterli, yani muhataplarının
hukuki durumları üzerinde zorunlu etki yaratan tüzük, direktif, karar gibi
bağlayıcı tasarruflara karşı, ATKA’nın 230. Md.’sinin ikinci bendi uyarınca,
ATİDM nezdinde; “esaslı
şekil sakatlığı, andlaşmanın veya onun uygulanmasına ilişkin bir kuralın ihlali,
yetkisizlik veya yetki saptırması”
gibi gerekçelerle iptal davası veya davalarını açabilmeleri mümkün
gözükmektedir. Zira, bu maddede, dava açabilme ehliyetine sahip gerçek ve tüzel
kişilerin mutlaka üye Devletlerin uyrukluğunda olmaları gerektiğine dair
herhangi bir düzenleme mevcut değildir. Özel hukuk kişilerinin iptal davası
açabilmesinin belirli özel şartlara ve hak düşürücü nitelikte süre şartına
bağlanmış olması, Türk özel hukuk kişilerinin, ortaklık mevzuatının
uygulanmasında etkin olabilecek AT türeme normlarına karşı denetim davası açma
yetkisini son derece sınırlamaktadır.
ATKA’nın
230. Md.’sinin dördüncü bendi ve AAET Kurucu Anlaşması’nın 146. Md.’sinin üçüncü
bendine istinaden “her gerçek veya tüzel kişi, aynı şartlar altında, kendisine
yöneltilen ve başka bir kişi için alınmış bir karar veya tüzük görünümünde olup
da, kendisini kişisel ve doğrudan ilgilendiren kararlara karşı dava açabilir”.
İşbu bentlerde benimsenen “her gerçek veya tüzel kişi” tümcesinin, sadece
Topluluklar üyesi Devletlerin uyrukluğundaki gerçek ve tüzel kişilileri değil,
aynı zamanda, üçüncü Devletlerin gerçek ve tüzel kişilerini de kapsadığını
belirtmek gerekir. Bu anlamda, örneğin, AT’nun üçüncü Devletlere yönelik
uygulamaya koyduğu ortak ticaret politikası tasarruflarının somutlaştırılması
yoluna gidildiğinde özellikle anti-damping kararlarının muhatabı olan üçüncü
Devletlerin uyrukluğundaki gerçek ve tüzel kişilerin bu kararlara karşı iptal
davası açmaları mümkündür.
Bu kapsamda,
Türkiye Cumhuriyeti uyruklu gerçek ve özellikle tüzel kişileri muhatap alan
tasarrufların, bu süjelerin çıkarlarını olumsuz etkilemeleri durumunda, ATKA’nın
230. Md.’sinin ikinci bendi itibarıyla iptal davası açılabilir. Şimdiye kadar bu
yola başvurulmamasının nedenleri olarak Türkiye Cumhuriyeti uyruklu gerçek ve
tüzel kişilerin:
1. Konu
hakkında yeterince bilgi sahibi olmamaları veya yeterince bilgilendirilmemeleri;
2. Dava
açmanın kendilerine yaratacağı külfete katlanmayı göze alamamaları, örnek
verilebilir. Özellikle ikinci hususa yönelik gerçek ve tüzel kişilerin
tereddütte kalmalarını da doğal karşılamak gerekir. Zira, Davanın Avrupa
Toplulukları üyesi Devletlerin resmi dillerinden birinin aracılığıyla
yürütülmesinin gerekirliliği, davanın takibi için Avrupa Toplulukları üyesi
Devletlerin uyrukluğundaki bir avukata veya danışmanlık şirketine müracaat
etmenin getireceği mali külfetlerin varlığı ve davanın sonucundan emin olamama
gibi hususlar, Türkiye Cumhuriyeti uyruklu gerçek ve tüzel kişiler açısından
menfi yönde değerlendirilebilecek unsurlardır.
Ayrıca,
belirtmek gerekir ki, ATİDM, Türkiye Cumhuriyeti uyruklu bir tüzel kişinin,
ortaklık mevzuatının kaynaklık ettiği Gümrük Birliğinin yürürlüğe girişi
nedeniyle maruz kaldığı zararları gerekçe göstererek açtığı davayı da kabul
etmiştir. 02.12.2003 tarihinde otomotiv yan sanayi ürünü rulman üreten Yedaş
Tarım ve Otomotiv Sanayi ve Ticaret A.Ş. tarafından AB Bakanlar Konseyi ve
Komisyon’a karşı dava açılmış ve ATİDM, bu davayı T-367/03 numara ve
“Yedas
Tarim ve Otomotiv Sanayi ve Ticaret/Conseil” ismiyle kabul etmiştir.
Lüksemburg’da ikamet eden Avukat R. Sinner’in temsil ettiği Yedaş A.Ş.’nin açmış
olduğu bu dava, diğer tüzel kişileri de cesaretlendireceği gibi, onların açacağı
davalara da emsal oluşturabilir. Bu nedenle, dava Türkiye Cumhuriyeti
uyrukluğundaki tüzel kişileri, özellikle ortaklık mevzuatından menfi yönde
etkilenenleri doğrudan ilgilendirmektedir. Dava, ATİDM tarafından
sonuçlandırıldığında, tesis edilecek olan kararın da önemi büyük olacaktır.
ATİDM tarafından Yedaş’ın haklı bulunması durumunda, diğer Türk firmalarının da
Gümrük Birliğinin yarattığı sonuçlardan menfi yönde etkilendikleri iddiasıyla
ATİDM önünde dava açmaları söz konusu olabilecektir. Ancak, burada dikkat
edilmesi gereken husus, açılacak davaya ilişkin Topluluklar hukukunun öngördüğü
hak düşürücü sürelerin kaçırılmamasıdır.
SONUÇ
AB
bünyesinde yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığımız asli ve türeme normlar
aracılığıyla sosyal politika veya sosyal güvenlik konuları üye Devletlerdeki
gerçek kişiler açısından haklar yaratacak veya yükümlülükler getirecek şekilde
düzenlenmiştir. Bulgaristan’ın da AB’ne 01.01.2007 tarihinden itibaren tam üye
olması düşünüldüğünde, yıllardır Türkiye ile bu Devlet arasında büyük bir sorun
olan Türk soylu kişilerin (kimisi çifte vatandaş-hem Bulgar hem Türk
vatandaşı-kimisi de sadece Türk vatandaşıdır) sosyal güvenlik hakları meselesi
AB dolayısıyla Topluluklar hukuku baz alınarak çözülebilir mi sorusunu da
gündeme getirmiştir.
Bulgaristan’dan gelip Türkiye’ye yerleşen Türk soylu kişilerin Bulgaristan’da
kazandıkları sosyal güvenlik haklarının Türkiye ile Bulgaristan arasında
düzenlenecek bir uluslararası hukuk işlemiyle çözülmesi en kolay bir yöntemdir.
Ancak bu konuda maalesef Bulgaristan olumlu bir irade göstermemektedir (sosyal
güvenlik haklarının transferi kendisine doğal olarak mali bir yük
getirmektedir). Diğer bir yöntem veya yöntemler ise yukarıda sunmaya gayret
gösterdiğimiz AB bünyesindeki hukuki yollar olmaktadır. Bu yolların özellikle bu
konuda mağdur olan kişi veya kişiler tarafından denenmesi gerekmektedir. |