Bulgaristan'daki Türk varlığı Hunlar'ın 5. yüzyılda Doğu
Avrupa'da kurduğu hakimiyetle başlar. Atilla'nın ölümünden
sonra yerine geçen oğlu İrnekiin kurduğu Bulgar Konfederasyonu
batıda Tuna'ya kadar uzanıyordu.
Bulgar Türkleri, Baskakov'un "Batı Hunca" adını
verdiği ve bu gün Çuvaşlarla temsil edilen bir lehçe konuşuyorlardı.
Proto-Bulgarlar Doğu Avrupa ve Balkanlar'ın ilk Türk
sakinleridir. İdil Bulgar Türkleri'nin kurduğu bu hakimiyet
Avar, Hazar ve Tuna Bulgar Türkleri ile devam etmiştir.
Müslüman Türkler'in Bulgaristan'da görünmeleri 14. yüzyıla
rastlamaktadır. 1385'te Sofya'nın Osmanlı hakimiyetine
girmesiyle Bulgaristan, Türkler'in eline geçmiş ve böylece 500
yıl süren bir Türk idaresi dönemi başlamıştır. Osmanlı
Devleti zamanında Konyar, Türkmen, Yörük ve Tatar Türk
toplulukları bu bölgeye iskan edilmiş; ayrıca 16. yüzyıl başlarında
Celali isyanları sırasında bazı Türk grupları Bulgaristan'a
göçmüştür.
Bulgaristan, Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'da ilk büyük toprak
kaybına uğradığı 1877 -1878 Osmanlı-Rus Harbi'nden sonra
imzalanan Berlin Anlaşmasıyla kurulmuştur. İlk muhtar
Bulgaristan Prensliği, Tuna Vilayeti'nin Vidin, Rusçuk, Sofya, Tırnova
ve Varna sancakları üzerinde tesis edilmiştir.
Ardından Filibe ve İslimiye sancakları üzerinde kurulan Doğu
Rumeli Vilayeti ve 1912- 1913 Balkan Harbi'nden sonra Batı Trakya
ve Rodoplar bölgesinde 9 Türk ilçesi Bulgaristan Prensliği'ne
dahil edilmiştir. Son olarak bir Türk bölgesi olan Güney
Dobruca toprakları da 1940'ta Romanya'dan alınıp Bulgaristan'a
verilmiş; böylece Bulgaristan ilk kuruluşundaki topraklarının
iki katını epeyce aşan bir yayılmayı gerçekleştirmiştir.
Bulgaristan'ın nüfusunun 3.206.500 olduğu 1876-1885 yıllarında
Türkler 1.801.000 nüfusla bu ülkenin %57'sini teşkil
etmekteydi. 1878 yılında büyük Bulgaristan Devleti'nin
kurulmak istendiği bölgede ise 2.500.000 Bulgar'a karşılık
4.000.000 Bulgar olmayan nüfus vardı ve bunların yaklaşık
3.000.000'u Türk'tü. Osmanlı-Rus Harbi sırasında ve Bulgar
komitacılarının zulmüyle 350.000 Türk ölmüş; 600.000 civarında
Türk de Anadolu'ya göç etmek zorunda kalmıştır. Bunlara rağmen
Türk nüfusu artışını sürdürmüştür. Zira Bulgarların doğurganlık
oranı %0.9, Türklerin ki ise %0.32'dir. Bunu fark eden
Bulgarlar, katliamlarla ve göçlerle yok edemedikleri Türk nüfusunu,
inkar ve asimile ile yok etmeye çalışmışlardır.
Bütün bu çabalara rağmen bugün Bulgaristan'da
750.000-2.000.000 arasında Türk'ün yaşadığı tahmin
edilmektedir.
Bulgaristan'daki sayıları 700.000-800.000 olarak tahmin edilen
ve bir kısmı Türkiye'nin Trakya bölgesinde ve Yunanistan'da yaşayan
Pomaklar da 12.-13. yüzyıllarda Makedonya'da baskı görmüşler,
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında, 1912-1913 Balkan Savaşı
sırasında ve 1941-1945 katliamlarının yaşandığı dönemlerde
Bulgar zulmüne direnmişler, 1923'ten sonra ve 1974-1984 yılları
arasında Hıristiyan olmayı kabul etmedikleri için defalarca
katliama uğramışlardır. Ancak Pomaklar her seferinde dimdik
ayakta kalmayı başarmışlardır.
Pomakların, Peçenek ve Kıpçak Türkleri'nden geldikleri veya
diğer Bulgaristan Türkleri gibi 11. 12. ve 13. yüzyıllarda çeşitli
sebeplerle Anadolu'dan Balkanlar'a göçen Türkmen ve Yörük Türkleri'nin
torunları oldukları yolunda görüşler bulunmaktadır. Pomakların
Bulgarca'ya yakın Pomakça adıyla anılan bir dil konuşmaları;
Konyar adı verilen Türkmenler'in veya Kıpçak ve Peçenek Türkleri'nin
Slav etkisiyle Hıristiyanlığı; 1350'li yıllarda ise Osmanlı
fütuhatıyla gelen Müslüman Türkler'in etkisiyle yeniden veya
ilk defa Müslümanlığı kabul etmeleriyle açıklanmaktadır.
Pomaklar farklı bir dil konuşmalarına rağmen dinleri, kültürleri
ve yaşadıkları çevre itibarıyla Balkanlar'daki Türk varlığının
bir parçasıdırlar. 1870-1876 yılları arasında patlak veren
ilk Bulgar isyanında Osmanlı Devleti'nden yana tavır koyan
Pomaklar, diğer Türkler gibi, Bulgar yönetimince cezalandırıldılar,
hatta ilk isim değiştirme uygulamasına maruz kaldılar. Pomak Türkleri
diğer Müslüman Türkler gibi Rodop bölgesinde yaşamaktadırlar.
Pomaklarla ilgili olarak tartışılan bir konu da 19. yüzyılda
kullanılmaya başlayan Pomak adıdır. Bu kelimeyi ilk olarak A.Boue,
1839'da Balkanlar'a yaptığı bir geziyi anlatırken Selvi ve Lofça
havalisinde bazı köy ve kasabalarda Pomakların oturduğundan ve
bu bölgeye Pomak Nahiyesi denildiğinden bahisle anmıştır.
F. Kanitz, Pomak adını Slavca'da "yardım etmek" anlamına
gelen Pomoçi fiilinden türemiş Pomaçi "yardımcı"
şeklinde açıklamaktadır. Ancak bu açıklama Bulgar bilim
adamlarınca bile kabul edilmemiştir.
Jireçek Ischirkoff ve diğer bazı Bulgar bilginleri, Pomaklar'ın
kendilerine "Acherjan" veya "Agaryan"
dediklerini ifade etmekte ve bu kelimeyi bazı Bulgarca kelimelere
bağlamaya çalışmaktadırlar. Türk bilgini A.Cevat Eren ise bu
kelimeyi Ahi sözüyle ilgili görmektedir.
Bulgaristan, kurulduğu günden beri varlığını Türkler'i
Balkanlar'dan uzaklaştırmaya adamış ve son 100 yıl,
Bulgaristan'da yaşayan Türkler için toplu katliam ve göçlerle
geçmiştir. Bulgar yönetimleri, Türk nüfusa reva gördükleri
uygulamalarla sadece milletlerarası hukuk kurallarını ihlal
etmemiş, yürürlükte bulunan Bulgar anayasasını da çiğnemiştir.
Bulgaristan'da 1879, 1947 ve 197l'de üç ayrı anayasa uygulanmıştır.
Bu üç anayasada da azınlık hakları teminat altına alınmıştır.
En son yürürlükte bulunan Dimitrov Anayasası 1971'de halk
oylaması ile kabul edilmiştir. Bu anayasanın 35. maddesinin I.
bendinde "Bütün vatandaşların kanun önünde eşit olduğu",
II. bendinde "Haklarda; milliyet, din, köken, cins, ırk, öğretim,
sosyal ve maddi durum ayrımına dayanan hiç bir imtiyaz veya kısıtlamaya
meydan verilmeyeceği ifade edilmektedir. Yine aynı maddenin IV.
bendinde ise, "Irk, milliyet veya din mensubiyeti yüzünden
insana karşı nefret telkin edilmesi veya insanın aşağılanması
yasaktır ve cezalandırılır." denilmektedir.
Bütün bu açık anayasa hükümlerine rağmen 1944'te komünistler
iktidara gelince Türk okulları kapatılmıştır. Yeni
ideolojinin yerleştirilmesi amacıyla 1945'te "Yeni Işık",
1947'de "Halk Gençliği", 1949'da "Eylülcü Çocuk"
gazeteleri çıkmaya başlamıştır. 1948 yılında ise Türkiye'de
kullanılan Latin alfabesinin alınmasına resmi izin verilmiş ve
Razgrat (Eskizagra), Sofya ve Kırcaali'de ilköğretmen okulları,
Rusçuk'ta Türk Kız Lisesi, Şumnu Öğretmen Enstitüsü'nde Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü, Sofya Üniversitesi'nde ise Türk
Filolojisi Bölümü açılmıştır. 1959/1960 Öğretim yılında
Türk okullarının hepsi kapatılıp Türk çocukları Bulgar
okullarında okumaya mecbur edilmiştir. 1961 yılında Müslüman
adı taşıyan ve Türkçe konuşan Çingeneler'e Bulgar adı
verilmiş ve ilk isim değiştirme uygulamaları böylece başlamıştır.
Önce çocuk yuvaları ve yatılı okullarda Türkçe konuşmak
yasaklanmış; 1971'den itibaren diğer okullardaki Türkçe
dersleri azaltılmış ve 1974'te Türkçe bütün okullardan kaldırılmıştır.
Arkasından aile içinde bile Türkçe konuşmak şiddetle
cezalandırılmıştır. Gelenek ve göreneklerin, sünnetin, dini
inanç ve adetlerin yasaklanmasının ardından isim değiştirme
zorbalığı gelmiş; baskı, zulüm ve sürgünler 1989'da başlayan
göç akınına sebep olmuştur.
Göç dalgası bir anda 300.000'lere fırlamış; kısa bir süre
sonra da geriye dönüş hareketi başlamıştır. Geriye dönen
soydaşların büyük çoğunluğu emeklilik ve sağlık haklarını
kaybetmemek, geride bıraktıkları malların yağmalanmasını önlemek,
Türkiye'de iş ve ev bulamamak, çocuklarını ve aile fertlerini
Bulgaristan'dan getirememek gibi sebeplerle geriye dönmek zorunda
kaldıklarını ifade etmişlerdir. Zulüm payidar olmamış,
1980'li yılların sonunda diğer demirperde ülkelerindeki diktatörler
gibi, Bulgaristan Devlet Başkanı Jivkov da alaşağı edilmiştir.
1990 seçimlerinde Türkler, Ahmet Doğan'ın liderliğindeki
"Haklar ve Özgürlükler Hareketi" ile 23 milletvekilliği
kazanmayı başarmışlardır. Şimdi, Bulgaristan Türkleri
haklarının iadesi ve insanca bir hayat yaşamak için saflarını
daha da sıklaştırmaktadır. Ancak geçmişte olduğu gibi bu gün
de Türklerin kazandığı mesafeyi geri alacak uygulamalar başlatılmakta
gecikilmemiştir.
Türkler, Bulgaristan'da vasat bir hayat sürdürmektedirler. Güney
Bulgaristan'daki Türkler tarım alanında, Kuzey
Bulgaristan'dakiler sanayi işletmelerinde çalışmaktadır. Komünist
Partisi yönetimindeki Bulgaristan'da Türkler askerliklerini işçi
asker olarak yapmakta, ellerine silah dahi verilmemekteydi. Yüksek
öğrenim hakkı, Komünist Partisi'ne üye Bulgarlar'ın isteğine
uygun olan vatandaşlara ait bir haktı. Bu ülkede Türkler;
sanatkar, işçi, şoför, müstahdem veya çoban olarak çalışabilirdi.
Bir Türk'ün üst seviyede bürokrat, orduda komutan, fabrikada yönetici
olması mümkün değildi.
Bulgaristan'daki Türk kimliğinin en önemli unsuru olan Türk
dili, ilmi araştırmalara konu olmakta, Sofya Üniversitesi'nde
yabancı dil olarak öğrenilmekte ve Türk okullarında ana dili
olarak okutulmaktadır.
Balkan Türk ağızlarının incelenmesi 1906- 1907 yıllarında
I.Kunoş ile başlamış, Polonyalı Türkolog T.Kowalski'nin çalışmaları
ile devam etmiştir. Bulgaristan'daki Türk ağızlarının ilk
Bulgar araştırıcısı ise Dimıtır Gadjanov (Gacanov)'dur.
Daha sonra Mefkure Mollova Bulgaristan Türk ağızları üzerinde
önemli çalışmalar yapmıştır. Türkiye'de yapılan
mukayeseli çalışmalar Balkanlar'daki (Rumeli) Türk ağızları
ile Anadolu ağızları arasında fonetik bakımdan çok önemli
denkliklerin bulunduğunu ortaya koymuştur.
Mefkure Mollova, Balkanlarda konuşulan Türk ağızlarını iki bölümde
ele almaktadır:
I) Ka ağızları: Ön seste süreksiz sert k ünsüzünün kullanıldığı
ağızlar.
II) Ga ağızları: Ön seste süreksiz yumuşak g ünsüzünün
kullanıldığı ağızlar.
Emil Boev, Bulgaristan'daki Türk ağızlarının bütünüyle
incelenmemesine rağmen üç bölümde ele alınabileceğini ifade
etmektedir;
I) Batı Balkan ağızları
II) Miziya ve Trakya ağızları
III) Doğu Rodop, Gerlovo ve Tuzluk ağızları
Bu üç bölümün dışında Orta Rodop ve Yörük ağızları
Balkan Türk ağızları arasında ayrı bir yer tutmaktadır.
Bulgaristan Türk ağızları üzerinde çalışan diğer araştırmacılar,
Gy.Nemeth, J.Eckmann, S.Kakuk, V.G.Guzev, G.Hazai'dir.
1906 yılından beri Türk dili Sofya Üniversitesi'nde yabancı
dil olarak okutulmaktadır. Ayrıca Türkçe Ders Kitabı, Türk
Dili Ses Bilgisi, Bulgarca-Türkçe Tematik Sözlük, Türk
Edebiyatı Tarihi, Eski Türk Edebiyatı Metinleri adlı kitaplar
ders kitabı olarak hazırlanmıştır.
Eski Bulgar anayasasının 45. maddesinin 7 .bendine göre, Bulgar
dilinin öğrenilmesi mecburidir. Ancak azınlıkların kendi
dillerini öğrenme hakları da vardır. Ana dili olarak Türkçe'nin
öğretilmesi konusunda 70'li-80'li yıllarda yaşanan duraklama,
1990'da baş gösteren okulların boykot edilmesiyle 1992/1993 öğretim
yılından itibaren sona ermiş, ilk ve orta okullara 4 saat Türkçe
dersi konulmuş, Türkler'in yaşadığı bölgelerde Türkçe eğitim
veren İmam-Hatip liseleri ve İslam Enstitüsü açılmıştır.
Bugünkü Bulgaristan'da Türk dili öğretiminin 114 yıllık bir
geçmişi vardır. Ayrıca Bulgar Devleti'nin mevcut anayasasına
ve imzaladığı milletler arası anlaşmalara göre Türkçe'nin
bir azınlık dili olarak okutulması kanuni bir yükümlülüktür.
Bulgaristan'da her dönemde Türkçe neşriyat yapılmıştır. Bu
yayınlarda önceleri Arap alfabesi kullanılırken Türkiye'deki
1928 harf inkılabından sonra gazete, takvim ve kitapların kimi
Arap, kimi Latin harfleri ile basılmıştır.
Bulgaristan Türkleri'nde geleneğe bağlı folklor, halk
tiyatrosu, Karagöz gibi anonim eserlerle ve Tekke Edebiyatı
etkileriyle gelişen bir edebi zenginlik görülmektedir.
Bulgaristan Türkleri'nin diğer Balkan Türkleri ve Türkiye Türkleri
ile ortak bir kökten gelen ve her bakımdan büyük benzerlikler
gösteren atasözü, deyim, bilmece, mani, ninni, türkü, fıkra,
efsane ve masalları bu gün de bütün canlılığı ile devam
etmektedir. Şiirin ana teması köy hayatı ve geleneğe dayalı
toplum yapısıdır. Hikaye ve şiire göre roman türü daha az
gelişmiştir. 1984'te Türkçe yayın yasağıyla yavaşlayan
edebi hareketler, son gelişmelerle yeniden canlanmaktadır. Bu gün
Bulgaristan'da Hak ve Özgürlük gazetesi çık makta ve Sofya
radyosunda günde 15 dakika Türkçe yayın yapılmaktadır.
Krallık döneminde Bulgaristan'da Türkçe 13 dergi, 67 gazete
yayınlanmaktaydı. Komünist idarede Türkçe 1 dergi, 3 gazete
çıkmıştır. En son "Yeni Işık" gazetesi Ocak 1985
tarihinde kapatılmıştır.
20. yüzyılın başlarından 1945'e kadar Bulgaristan'da 112 Türkçe
dergi ve gazete yayınlanmıştır. Bulgaristan uzun yıllar Türk
hakimiyeti altında yaşadığından, bu topraklarda Türk dilinin
ve Edebiyatı'nın çok köklü bir geçmişi vardır. Divan
Edebiyatı'nın pek çok üstadı Bulgaristan topraklarında doğmuş
veya eserlerini bu bölgede vermiştir. 20. yüzyıl Bulgaristan Türk
Edebiyatı'ndan Süleyman Sırrı, Osman Nuri Peremeci, Hafız
Abdullah Meçik ve Mehmet Masum gibi pek çok isim sayılabilir.
Bunlardan bazıları Türkiye'ye göçmüş, ancak Türkiye'de
verdikleri eserlerde de Bulgaristan Türklüğü'nü ve acılarını
anlatmışlardır. Şiir, roman, hikaye, piyes gibi türlerde
verilen eserler yanında, dünya klasiklerinden de pek çok tercümeler
yapılmıştır. Ali Haydar Taner'in Bulgaristan'da ve Türkiye'de
30'dan fazla eseri yayınlanmıştır. Mehmet Behçet Perim ise
tiyatro ve şiir türünde 15 civarında eser vermiştir.
1944'te Bulgaristan'ın sosyalist olmasından sonra bu ideolojiye
ters düşen bazı yazar ve şairler Türkiye'ye göç etmiştir.
1944'ten 1969'a kadar "Umut Edebiyatı" adı ile bir dönem
yaşanmıştır. Sade bir dille ve tabii bir üslupla yazdığı
şiirlerini "Yeni Günün Şarkıları" ve "Alın
Terim" adlı kitaplarda toplayan Mehmet Müzekka Con
(1885-1974), Bulgaristan'da çıkan bütün dergi ve gazetelerde
şiirleri yayınlanan ve eserleri Nedyalko Yordanov tarafından
"Yürüyelim benim sadık dostlarım" adıyla
Bulgarca'ya da çevrilen Recep Küpçü (1934-1976), daha sonra Türkiye'ye
göçen ve Bulgaristan Türkleri ile ilgili pek çok yazısı yayınlanan
Mehmet Çavuş, Ali Osman Ayrantak ve Ahmet Şerif bu dönemin
sanatçılarındandır.
Umut Edebiyatı sanatçıları sansür ve baskıya rağmen dil
asimilasyonuna karşı çıkmışlar ve sembollerle çaresizlik ve
isyan duygularını anlatmışlardır.
1969'dan sonra Komünist Partisi, Türkçe konuşmayı, yazmayı
ve eser yayınlamayı yasakladı. Bu ön hazırlığın ardından
1984 yılı Aralık ayından 1985 yılı Ocak ayma kadar süren
isim değiştirme ve Türk varlığını inkar politikaları başladı.
Bu politikalar pek çok Bulgaristan Türkü gibi Sabahattin
Bayram, Nevzat Mehmet, Duran Hasan, Ömer Osman ve daha pek çok
yazar ve şair Türkiye'ye göçtü.
Türkiye'ye göçen ve Bulgaristan'da kalan Bulgaristan Türkü
yazar ve şairler, konusunu Türklük duygusundan, yakın dönemde
çekilen sıkıntı ve acılardan veya insani duygulardan alan
eserler vermekte ve bunları Türkiye'de çıkan
"Balkanlar'da Türk Kültürü", "Balkan Türkleri'nin
Sesi" gibi dergilerle Bulgaristan'da çıkan "Hak ve Özgürlük"
gazetesinde yayınlamaktadırlar. Ahmet Şerif Şerefli'nin Kültür
Bakanlığı tarafından yayınlanan Türk Doğduk Türk Öldük
eseri gibi bazı eserler kitap halinde Türkiye'de basılmıştır.
Bulgaristan Türk Edebiyatı'nda ilk soneyi ve serbest tarzda
destan yazan, şiirlerinden bir kısmı Bulgarca, Rusça, Lehçe,
Makedonca ve Ukraynca'ya da çevrilen Şaban Kalkan, Türkiye'ye sığınmış,
sevgi ve Deliorman konulu şiirler yazmış ve "Kardaş
Edebiyatlar" dergisi başta olmak üzere dergi ve gazetelerde
Bulgaristan Türk Edebiyatı'nı tanıtan yazılar yazmıştır.
Muharrem Tahsin, gazeteci, hikaye ve roman yazarıdır. İlk
hikaye kitabı "Ayak Sesleri" (1964)'dir. Biz Bize adıyla
bir deneme kitabı da bulunmaktadır. Eserlerinde köy ve kent gerçeklerini,
köyden şehre göçü, azınlık kompleksini ve kadın haklarını
işlemiştir.
"Ali Kadirof-Eserleri" (1965) adıyla hikayeleri yayınlanan
Ali Kadir ve hikaye, röportaj, edebi ve siyasi yazılar yazan
Kemal Pınarcı Bulgaristan Türk Edebiyatı'nda nesrin gelişmesine
katkıda bulunmuşlardır. Şiir, hikaye, masal, hicviye türünde
eserleri de olan ancak Türk Edebiyatı Tarihi üzerinde yaptığı
tenkitler ve ilmi çalışmaları ile tanınan Rıza Mollaoğlu
(1920-1986) ile şairliği ve hikayeciliği yanında Sabahattin
Ali'nin hayatı ve sanatı konusunda hazırladığı tezi ve dil
edebiyat konularındaki çalışmaları ile Bulgaristan'daki ilk Türk
asıllı profesör olan İbrahim Tatarlı edebiyat tarihçiliği
konusunda çığır açtılar.
|